Fonoloji ve morfoloji bakimindan Lazca

Kojima Goisi

Sunday, 03 October 2004

Dil, insanin konustugu herseydir. Diller arasinda yazili olanlardan baska, henüz yazili hale gelememis diller de vardir ve bu dillerin sayisi yazili hale gelmis dillerden oldukça çoktur. Bir dilin kelime hazinesi çok zengin olabilecegi gibi, yetersiz de bulunabilir. Ulusal veya bölgesel egilim kullanilan dillerin yaninda, bu tür bir misyon yüklenmemis dillerin sayisi da az degildir. Milyonlarca insanin konustugu dillerin yaninda, bir avuç insan tarafindan konusulan dillere de rastliyoruz. Dogal diller var, yapay diller var, yasayan diller var, ölü diller var...

"Dil", "Lehçe", "sive", "agiz" vs. arasinda oldugu kabul edilen farklar ise, bilimsel degil, ya sosyolojik ya da siyasi niteliklidir.

Örnek verecek olursak, Çekce ile Slovakça gibi, ya da Hirvatca ile Sirpca gibi. Birbirleriyle hemen hemen yüzde yüz anlasilabilecek kadar yakin olmalarina ragmen, birbirlerinin siveleri sayilmayan diller vardir. Öte yandan Japonca’nin yerel biçimleri gibi birbirleriyle anlasmasi mümkün olmadigi halde ayni dilin siveleri sayilanlar vardir. "Lehçe", "sive" veya "agiz" denilenler, "siyasi"olarak basarili olmayan dillerdir.

Diyalekt: Bir dilsel sistemin yerel biçimidir.

Her bölgenin, her köyün, her mahallenin, her sokagin, hatta her meslegin ya da kisinin diyalekti vardir. Diyalektlerin sayisini saymaya kalkmak anlamsizdir.

Kelime hazinesi, fonem sistemi, vurgu ya da fiil çekimi vs. karakterlerini kriter olarak kullanip bir dilsel sistemin, diyalektlerini birkaç gruba ayirmak mümkündür. Yalniz, hangi dilde ise, diyalektlerin benzerligi ve farklari, daima nebülöz (bulutsu) halinde bulunmaktadir. Diyalektler arasinda kriterlerin birine göre çizilen sinirin, baska birine göre çizilen ile ayni olma ihtimali hemen hemen sifirdir. Bir dilin sinirini net olan birkaç kümeye ayirmak imkansizdir. Ancak siniri olmayan birkaç nebülöze (diyalekt bulutsusuna) ayirmak mümkündür.

Vuayel: Türk dilinden örnek alirsak, a, e, i, i, o, ö, u, ü harfleri ile yazilan fonemleri, Fransizca, voyelle; Üngilizce, vowel.

Türkçe’de kullanilan "sesli" ya da "ünlü" kelimeleri, "ses" ile "ün" esanlamli olduguna göre, her ikisi de "ses tellerinin titresimi ile telaffuz edilen" demektir. Hiçbiri "vuayel"i ifade etmez. Vuayeller, fisildayarak söylenirken, hiç ses tellerinin titresimi olmaksizin, yani kelimenin gerçek anlami ile sessiz olarak telaffuz edilirler. Böyle sessizlesmis vuayeller, hiç fisildamadan konusurken de telaffuz edilebilir. Türkçe’den bir örnek istiyorsaniz, en dogal sekilde su cümleyi söyleyin "Kusura bakmayin!"

Türkçe konusanlarin %99’u "kusura" kelimesinin birinci vuayelini sessiz olarak telaffuz ederler.

Konson: Yine Türk dilinden örnek verecek olursak, b, c, ç, d, f, g, h, j, k, l, m, n, vs. harfleri ile yazilan fonemleri Fransizca, consonne, Üngilizce, consonant.

Türkçe’de kullanilan "sessiz" veya "ünsüz" kelimeleri yine "ses" ile "ün" esanlamli olduguna göre, her ikisi de "ses tellerinin titresimi olmadan telaffuz edilen" demektir. Hiçbiri "konson"u ifade etmez.

Elinizi ses tellerinin hizasina, girtlaginiza götürünüz. Fisildamadan "mmmmmm", "nnnnnnn" ya da "zzzzzzz" diye telaffuz ediniz. Muhakkak ses tellerinizin titrediklerinin farkinda olacaksiniz. Bu fonemler, kelimenin gerçek anlami ile sesli ve ünlüdürler.

Normal konusmada sesli olan b, d, c, g, v, z, i, m, n, l vs. harfleri ile yazilan fonemler, fisildandiklarinda sessizlesmis olmaktadir.

1. Fonoloji (Fonembilim)

1.1. Alofonlar (Ayni fonemi olusturan

degiskenler)

1.1.1. /v/ fonemi [v] ve [w] alofonlari

Laz dilinde /v/ fonemi, telaffuz yeri bakimindan iki degisken ile gerçeklesmektedir: Biri, [v], dis ile dudak arasi; öbürü, [w], iki dudak arasi. (Fonemler / / içine, alofonlar [ ] içine konurlar.)

[w] alofonu, yalniz bu fonemin /s/, /k/, /«k/, /g/, /g/, /x/, ile /q/ fonemlerinin birinden sonra /a/ ve çok seyrek olarak /e/ ile /i/ fonemlerinin birinin önünde bulundugu zaman telaffuz edilir.

Bu alofon, en çok Pazar (Atina) ilçesi ve yakin köylerde konusulan diyalektlerde duyulur.

Örnek: atn. ma psware, ben içecegim

(ama, ma dopsvi, ben içtim)

atn. dixamakwali, patates (ark. dixamakvali)

atn. himus gwasinen, o hatirliyor

atn. ma ü p ü tware, ben söyleyecegim

atn. gwaü pa, danaburnu böcegi

atn. mçxwapa, sicak

atn. ma dopçxwi, ben yikadim

vi. gamatxwe, evli kadin

Bu fonemin alofonlarini iki ayri harf ile yazmak, ancak diyalektoloji ve fonembilimde sarttir. Bilim alani disinda ise, [v] ile [w ] tek bir fonemin alofonu olduklari için Laz alfabesinde ikisini tek bir harf ile yazmak dogal ve yeterlidir.

1. 2. Konson Ükilemesi

Konson ikilemesi, Pazar (Atina), Arhavi (Arkabi) ve Hopa (Xoüpa) diyalektlerinde hiç yok sayilacak kadar az bulunup ancak bazi kisisel veya yöresel konusmalarda çok seyrek gözlemlenmektedir.

Ardesen ve Findikli (Viüpe) diyalektleri, bu duruma istisna teskil etmektedir. Diger bölgelerin diyalektleriyle karsilastirildiginda bunlarin apayri fonembilimsel evrim sonucu olustuklari anlasilmaktadir.

1.2.1. Findikli (Viüpe) diyalektinde

Viüpe diyalektinde gözlenen fonem ikilemesi, asl" /r/ fonemin hemen sonraki foneme asimile olmasindan dolayi meydana gelmistir.

örnek: vi. oxocca, kadin ark. oxorca, atn. xor üza

vi. gveddi, yari, yarim, ark. atn. gverdi

(Baska örnekler için, bkz. 2.1.5)

1.2.2. Ardesen diyalektinde

Ardesen diyalektinde ise, bazi kelimede vurgulu vuayelden sonra konson ikilemesine rastlanir.

örnek:

ars. mbgoüpüpo karamese

ars. gwa üp üpa, danaburnu böcegi atn. gwa üpa

ars. üpari «ko üpüpali, iribas

ars. üpendeççi, çorap atn. üpendeçi

ars. vrossi iyi atn. vorsi

ars. okossu, süpürmek atn., vi. okosu

ars. domipüp, bana söyledi.

1.3. |r| Konsonunun Kaybolmasi

Lazca’nin /r/ fonemi, yöreye göre degisik güç ile telaffuz ediliyor. En güçlüsü Ardesen’de en yumusaklari ise Arhavi (Arkabi) ile Hopa (Xoüpa) diyalektlerinin bir kisminda [r] konsonunun bazi fonolojik veya morfolojik çevrede ya [y] olarak telaffuz edildigi, ya da tamamen kaybolmus oldugu görülmektedir.

1.3.1. Fiilin simdiki zaman ekinde

örnek:

ark. bipxor bipxo x üp. vimkor vimxo yiyorum

ark. ipxor ipxo x üp. imxor imxo yiyorsun

ark. ipxors ipxos x üp. imxors imxos yiyor

1.3.2. Üki vuayel arasinda

örnek:

Arkaburi >Arkabui ark.x üp. Arhavili

Xo üpuri > Xo üpui ark. x üp. Hopali

xura> xua ark. x üp. vücut

üpk«ari > üpk«ai ark. x üp. su

cogori > cogoi ark. xüp. köpek

dogogurare>dogogu(y)a(y)e ark. sana ögretecegim

üçarums > üçaums ark. yaziyor

bibiram > bibiyam ark. sarki söylüyorum

vibirap > vibiyap xüp. sarki söylüyorum

gamatxveri > gamatxwei ark. evli (kadin)

(Ama, ark. oropa, xüp. qoropa sevda, ask)

1.4. Vuayel Karsilamasi

1.4.1. /i/ <—> /u/, /i/, <—> /o/ almasmasi

Lazca’nin vuayel fonemleri, genellikle pek az yerel degisiklik göstermektedir. Önemli olan tek diyaletksel vuayel almasmasi, Hopa (Xoüpa) ile diger bölgeler arasinda gözlemlenmektedir. Hopa (Xo üpa) diyalektinin /i/ foneminin bir kismi diger diyalektlerinin /u/ veya /o/ fonemleri ile karsilasmaktadir.

örnek:

xüp. müçk«idi ark. mç«kudi misir ekmegi

xüp. çkin ark. çkun biz

xüp. «kila ark. «kola kilit, anahtar

xüp. üçiüta ark. üçuüta küçük

1.5. Fonembilimsel Sistem Farki

1.5.1. /q/ fonemi

Pazar (Atina), Çamlihemsin (Vija), Ardesen, Findikli (Viüpe), ve Arhavi(Arkabi) diyalektlerinin fonolojik sisteminde hiç bulunmayan /q/ fonemi, Hopa (Xo üpa) diyalektinde bulunmaktadir.

Örnek:

xüp. maqaqi, su kurbagasi, ark. maai, atn. mayare

xüp. oqindru, satin almak ark. oindru, atn. eçopinu

xüp. qomuri, erik, ark. omuri, vi., atn., ombri

xüp. qoropu, asik olmak, sevmek, ark. oropu,

atn. olimbu

xüp. qvinçi kus ark, vi., ars., atn.. «kinçi

xüp. Si qvi, sen yaptin vi. Si vi

xüp. Entepek qves, onlar yaptilar, vi. hentepek ves

Lazca’nin aslinda /q/ foneminin oldugu anlasiliyor. Ancak Hopa (Xo üpa) disindaki diyalektlerde sonradan kaybolup ya yerini [k] konsonuna birakmis, ya da tamamen yokolmustur.

1.5.2. /gy/, /ky/, /«ky/ fonemleri

Findikli (Viüpe), Arhavi (Arkabi) ve Hopa (Xo üpa) diyalektlerinde /ky/ [ki], / «ky/ [«ki], ve /gy/ [gi] fonemleri, fonolojik sistemlerinde yer almaktadir. /ky/ ile /k/ fonemleri, / «ky/ ile / «k/ fonemleri ve /gy/ ile /g/ fonemleri /i/ vuayeli önünde bulunduklari zaman nötralize olup ayni konson olarak gerçeklesirler. Yani arsifonemi olustururlar.

Bati Ardesen, Çamlihemsin (Vija) ve Pazar (Atina) diyalektlerinin fonolojik sistemlerinde bu üç fonem bulunmamaktadir. /ky/ fonemi /ç/ ile, / «ky/ fonemi / üç / ile, /gy/ fonemi ise /c/ ile birlesmistir.

Örnek:

gya(r)i vi, ark, xüp. ekmek yemek cari, ars., atn.

Mu gyoüzin? vi. Adin ne?

(Si mu gcoxons? xüp., ark.)

(Coxo s «kani mu on? ars.)

(Yoxo s «kani muya’n atn.)

gyomüç ims, ark. damliyor gyoma, xüp.

dag gyulva, ark.

bati m «kyapu ark.

çakal m üçapu, atn.

kyona, vi. isik çona, ars., atn.

kyume, ark. sucuk kyuntu. xüp.

hantal, çuntu, ars., atn.

2. Morfoloji (Yapibilgisi)

2.1. Fiil Morfemlerinin Yerel Degisikligi

(Üsmail Avci Bucaklisi ile Hasan Uzunhasanoglu, birlikte yayimladiklari "Lazuri-Turkuli Nenapuna, Lazca-Türkçe Sözlük" (Akyüz Yayincilik, 1999) içinde asagida gösterilen 10 öneki ile baslayan her fiilin Pazar (Atina) ve Ardesen diyalektlerinde kullanilan biçimi ile Findikli (Viüpe), Arhavi (Arkabi) ve Hopa (Xoüpa) diyalektlerinde kullanilan biçimini büyük bir ustalikla ayirip göstermektedirler.

Bundan dolayi bu öneklerin yerel degisikligini açiklarken ayrica bu metinde her birinin örneklerini göstermek gerekmemektedir.

Listedeki her çiftin soldaki biçimi bati diyalektlerde, sagdakiler ise dogu diyalektlerde kullanilanlardir. Morfem, { } içine konur.

{ce-} {ge-}, {cela-} {gela-}, {cepa-} {gepa-}, {es «ka} {esa-}, {üçesk’a-} {gesa-}, {mes «ka-} {mesa-}, {«kos «ka-} {gosa-}, {mos «ka-} {mosa-}, { «ko «ko-} {o «ko-}, { «kopo-} {gopa-}

2.1.1. {v-} <—> {b-}

Lazca’da fiilin öznesinin birinci sahis oldugunu gösteren öneki, vuayel önünde bulundugu zaman diyalektlere göre, ya {v-}, ya da {b-} seklini alir.

{b-} sekli, Ardesen ilçesinin dogu kisminda ve Findikli (Vipe) ile Arhavi (Arkabi) ilçelerinde bulunmaktadir.

Örnek:

bulur gidiyorum

bidi gittim

bidare gidecegim

Pazar (Atina) Ardesen yöresinin bati kismi ve Hopa (Xoüpa)’da {v-} sekli bulunmaktadir.

vulur gidiyorum

vidi gittim

vidare gidecegim

Laz Dili ve Alfabesi

Kamil Aksoylu

Son yılları saymazsak Lazca hakkında kapsamlı olarak bilinen bir dilbilimsel çalışma ne yazık ki yoktur. Son yıllarda yapılan çalışmalarla önemli bir aşamaya gelinse de dilbilimcileri yazım dili için henüz yeterli seviyeye varılamadığını söylemektedirler.
Lazca, Kafkas dilleri grubunda Güneybatı Kafkas dil ailesi içinde yer almaktadır. Gürcüce, Svanca ve Megrelce Güneybatı Kafkasya dil ailesinin diğer üyeleri olarak tanımlanmaktadır. Bu üç dil içinde Lazca en çok Megrelceye yakındır. Megrelceyi Lazların Gürcistandaki akrabaları Megreller konuşmaktadır. Dilbilimcileri Lazca ve Megrelce için antik Kolheti dili olan Zancanın zaman içinde ayrılıp iki dil haline geldiklerini söyler. Antik Kolheti Kültürünün günümüzdeki mirasçı ve temsilcileri de Lazlar ve Megreller kabul edilmektedir.

Lazcanın yakın bir zamana kadar hiç yazılamamış olmasından dolayı standart bir yazım dili oluşturulamamıştır. Standart bir yazım dilini oluşturabilmek Lazcanın sürekli yazılıp geliştirilebilmesine bağlıdır. Bugüne kadar yapılan araştırmalarda Laz Alfabesini oluşturma çalışmalarının 1920’li yıllarda başladığı görülmektedir. 1929 yılında eski Sovyetler Birliği Sohomi’de yayınlanan “Mç’ita Murun3xi” adlı dergide ilk defa Latin harflerine dayalı bir Laz Alfabesi kullanıldığı bilinmektedir. Derginin sorumlusu olarak İskender 3’it’aşi adı geçmektedir.
1935 yılında eski Sovyetler Birliği Sohumi’de, ilkokula başlayanlar için ALBONİ adında Lazca alfabe kitabı yayınlanır. Bu yayında yine İskender 3’it’aşi imzası vardır.(3’it’aşi imzalı 34 harfli bu Laz alfabesinin 1994 yılında Türkiye’de tıpkıbasımı yapılmıştır) ALBONİ’de İskender 3’it’aşi’den Lazların büyük şairi ve bilim insanı olarak söz edilmektedir. Kitabın arka kapağındaki notta İskender 3’it’aşi’nin 1938 yılında Stalin’in direktifiyle katledildiği söylenmektedir.
Daha sonra Türkiye’deki çalışmalarla geliştirilen alfabeleri izlemekteyiz. Türkiye’de Lazca üzerine geniş araştırmalarıyla bilinen Fransız dilbilimci Georges Dumezil’in 36 harfli transkripsiyonu (çevriyazı) vardır. Dumezil geniş araştırmalarını bu 36 harflik çevriyazıyla yayınlamıştır. 1937 yılında yayınladığı “Contes Lazes” isimli yayınında İstanbul’da tanıdığı Arhavi’li Niyazi Ban isimli şahısla çalıştığından söz etmektedir. 1967 yılında yayınlanan “Documents Anatoliens” adlı çalışmasını yine Arhavi Şenköy’lü bir gençle yaptığını söylemektedir.
1984 yılında Arhavi’li bir edebiyat öğretmeni olan Fahri Kahraman, Dumezil’in transkripsiyon sistemini geliştirerek Latin harflerine dayalı 35 harfli bir Laz Alfabesi hazırlamıştır. Lazoğlu alfabesi olarak bilinen bu alfabe Türkiye’de ilk defa 1993 kasım ayında yayınlanan Lazların Türkiye’deki ilk yayın organı OGNİ dergisinde kullanılmıştır. Türkiye’deki Lazların ve Laz yazar çizerlerin büyük oranda benimsediği bu alfabe 1993 yılından bu yana kullanılmaktadır.
2003 yılında Japon dilbilimci Goichi Kojima ve İsmail Avcı Bucaklişi imzasıyla yayınlanan Lazca Gramerde Lazoğlu alfabesi olarak da tanınan Fahri Kahraman’ın geliştirdiği alfabede iki harfin sıralaması yeniden yapılmıştır. Lazoğlu alfabesindeki sıralamada uluslar arası harf dizinine uymayan Q ve X harflerinin yerleri Latin harflerine uygun sıralamaya yerleştirilmiştir.
Japon dilbilimci Goichi Kojima 1970’li yıllardan beri Türkiye’de konuşulan diller üzerine dilbilimsel olarak çalışmalar yapmaktadır. Türkiye dışında da dünyada konuşulmakta olan 200 dolayında dil üzerinde bilimsel çalışmaları vardır. Dilbilimci, kompozitör ve etnolog olan Kojima, iyi bir Türkolog olmanın yanı sıra aynı zamanda Lazcayı yöreden yöreye, köyden köye, bir dereden öbür dereye değişen konuşma ağızlarını bilen bir Lazologdur.
Goichi Kojima Lazca diyalektlerde bulunan fonemlere göre 38 harfli bir Laz Alfabesi geliştirmiştir. 35 foneme göre tek, üç foneme göre de birleşik iki harfli alfabe, alfabetik sıraya göre aşağıda verilmektedir.
A, B, C, Ç, Ç’, D, E, F, G, Gy, Ğ, H, İ, J, K, Ky, K’, Ky’, L, M, N, O, P, P’, R, S, Ş, T, T’, U, V, X, X’, Y, Z, Z*, 3, 3’
1992 yılında Ant Yayınları tarafından çıkarılan Peter Alford Andrews’in “Türkiyede Etnik Gruplar” adlı kitabında Lazca şöyle tarif edilir. “Lazca (Lazuri Nena), Güney Kafkasya dillerinin Zan ya da Kolhian kolunda Mingreli ile birlikte sınıflandırılır; bu yüzden Gürcü dili ve Svancayla akrabadır. Lazca ve Mingreli dili birbirine oldukça benzer” Evet Andrews’in bu tespiti inandırıcıdır. Lazca konuşan biri Megrelce konuşan biriyle rahatlıkla yüzde 60-70 oranında anlaşır.
Gürcü akademisyenleri Lazcayı Gürcü dilinin bir diyalekti olarak saymaktadır. Tarafsız dilbilimcilere göre bu görüş bilimsel bir dayanağı olmayan tamamen siyasi bir görüştür. Goichi kojima bir dilin başka bir dille aynı kökenli olup olmaması ile aynı dil olup olmaması farklı bir konudur der. Lazcanın Gürcüce ile aynı kökenli dil olması aynı dil olduğu anlamına gelmez. Nitekim batı dillerinin (Hint-Avrupa dilleri) aynı kökenli olması her birinin ayrı bir dil olmaları gerçeğini değiştirmiyor. Kojima sitemizde de yayınlanan bir makalesinde bu farklılığı şöyle izah eder. “Köken araştırmada cami, belediye, jandarma, lise, askerluği, enflasyoni gibi başka dilden gelme olduğu bilinen kelimelere bakılmaz. Ancak başka dilden gelme ihtimali en az olduğu düşünülen temel kelimeler karşılaştırma konusu olur. (Örneğin göz, kulak, el, ayak, bir, iki, üç, büyük, küçük, beyaz, kırmızı, siyah, yemek, içmek, uyumak, yürümek, koşmak vs. Ama temel kelimelerin başka dilden gelme ihtimali sıfır değil. Örneğin Türkçe siyah kelimesi aslı Türkçe değil. Rusça göz kelimesi aslı Rusca değil.) Ayrıca yansıma ve bebek dilinden oluşmuş olduğu düşünülen kelimeler de karşılaştırma konusu olmaz. (Örneğin baba, anne, dede vs)
Gürcistanlıların bu konudaki çalışmaları bilimsel değil. Çünkü onlar Lazca, Megrelce ve Svanca Gürcücedir diye fikri baştan ideoloji olarak önüne sürüp sırf onu ispatlamaya çalışıyorlar. Hatta ispatladıklarına inanmak istiyorlar.”
Bu konuda eğer söylenecek bir başka söz varsa, Türkiye’de yaşayan yüz binlerce Gürcü ve Laz vatandaşlarımız bir araya geldiklerinde kendi dillerinde ne kadar anlaşabildiklerini sormaktır. Lazca ile Gürcüce’nin aynı dil olup olmadığının bir kanıtı da sanırız bu olur.
Türkiye’de de resmi görüşün bazı sözcüleri Lazcanın Ural-Altay dil grubunun alt kolu olduğunu ciddi ciddi savunurlar. Türkçe ile Lazca arasında o kadar farklılıklar var ki, bunu anlamak için dilbilimci olmaya da gerek yok.
Lazcada ses olarak fırlatmalı ünsüzlerin (sessizlerin) olması, Türkçedeki büyük ünlü-küçük ünlü ses uyumunun bulunmaması, kelimelerin hem önden, hem sondan, bezen iki taraftan da, bezen de ortadan ek alması, fiil ve isim çekimlerinin farklılığı ve Kafkas Dilleri ile ortak özellikleri ilk bakışta Lazcanın Türkçeden ne kadar farklı bir dil olduğunu göstermektedir.
Ne var ki Lazcanın yazılı dil olmayışının dezavantajları günümüzde de sürmektedir. Kullanım bakımından hiç bir zorluk olmadığı binlerce yıldır yazılmadığı halde halen on binlerce insanın anadili olmasından anlaşılmaktadır.
Lazca birçok dilde olduğu gibi farklı diyalektlere sahiptir. Coğrafi olarak çok geniş olmayan bölgede ilçeler arasındaki diyalektlerde bazen anlaşılması sorun olacak kadar ciddi farklılıklar vardır. Dilbilimciler diyalekti yerel bir biçim olarak tanımlarlar. Goichi Kojima “Fonoloji ve Morfoloji Bakımından Lazca” adlı makalesinde diyalektler için şöyle der: “Her bölgenin, her köyün, her mahallenin, her sokağın, hatta her mesleğin yada kişinin diyalekti vardır. Diyalektlerin sayısını saymaya kalkmak anlamsızdır” diyen Kojima’ya uyup diyalektleri saymaya kalkışmıyoruz.

S A N İ’ L E R (Σάννοι)

Otar LORDKİPANİDZE
Almancadan çeviren:
Gubaz ÇİBARİŞİ
Şubat 2003

Strabon’un Geographika eserinde bu isme sadece bir yerde, XII, 3, 18 de, değinilmektedir: “Trapezus ve Pharnakia’nın üst tarafında Tibarane’ler ve eski zamanlarda Makron’larda denen Sani’ler a ve küçük Armenia bulunur; ve erken devirlerde Kerkit’ler denen Appait’ler kavminde bu bölgelere oldukça yakındır. Bu insanların ülkesini iki dağ keser. Burada yukarı Kolheti’deki Moskhia dağlarıyla (tepeleri Heptakomet kavmi tarafından işgal edilmiştir) birleşen ve çok kayalık olan Skydides Dağı ve aynı zamanda Sidene ve Temiskyra bölgesinden Küçük Armenia’ya kadar uzanarak, Pontos’un doğu tarafını meydana getiren Paryadros Dağı da vardır. Şimdi bütün bu dağlarda yaşayan insanlar tamamı ile vahşidir. Fakat Heptakomet’ler daha da kötüdür. Bazıları ağaçlarda veya seyyar ahşap kulelerde yaşarlar. Bu kulelere Mosyn dendiğinden, antik devirde bu insanlar Mosynek’ler olarak adlandırılmışlardır. Bunlar, vahşi hayvan ve ceviz yiyerek yaşarlar ve kulelerinden atlayarak yolculara saldırırlar. Heptakomet’ler, Pompeisus’un ordusu dağlık ülkeden geçerken, üç Roma bölüğünü imha etmiştir. Bunlar, ağaç sürgünlerinden elde edilen deli balı kâselerle yol üzerine bıraktılar ve askerler bunu yiyip de bilinçlerini kaybedince, onlara saldırarak kolayca hepsini saf dışı ettiler. Bu vahşilerin bir kısmına da Byzeres denir b. “

Daha öncede belirtildiği gibi Skydides (Σκυδίσης) Kuzey Anadolu dağlarının Harşit çayının döküldüğü yerden başlayıp, yay çizerek Çoruh ağzına kadar uzanan bölgeyi kapsamaktadır. Böylece Sani’lerin ( ve Khalde’lerin ve Tbarane’lerin ) Trapezusta, Pharnakia’da ve bunları çevreleyen dağlarda yaşadıkları kabul edilebilir. Ama yazıdaki bilgiler Sani’lerin tam olarak nerede yaşadıklarını tespit etme imakanı vermemektedir. Fakat Geographikada XIIö 3, 19 daki kısımdan Pharnaki’nın ( Bugünkü Giresun yakınlarında) Kolhi’lerin ülkesinde bulunuyordu. Diğer bir kaynakta (Xenophon, Anabasis V, 5,3) yer alan bilgiler, Kotorio şehrinin Ordu’nun yakınlarında yaşayan Tibarane’lerin ülkeside bulunduğunu göstermektedir (detay için bkz. s. u. Khalde’ler, Tibarane’ler). Buradan Strabon’un döneminde (M.Ö. 63-24. ç.n.) Sani’lerin Trabzon cıvarında yaşadıkları ve Kolhi ve Kolheti ile dirket komşu oldukları sonucu çıkmaktadır1. Sani’lerin Strabon’un verilerinden daha önceki Makronlar oldu söylenebilir (XII, 3, 18). Bunlar Strabon tarafında gayet iyi blinmekteydi (Hekat., Fr., 191= St, Byz, s. v. Μάκρωυες; Herod, II,104; III, 94; VII, 78; Xenoph. Anb. IV,8,1-8; VI,5,18; VIII,8,25; Apoll, Rhod. Arg: II, 394, 1242). Bunların dışında Pseude-Skylax (Asia, 85) ve Pseude-Hippokrates tarafındanda biliniyordu. Ve ’’Makrokephaloi’’ 2 olarak adlandırmışladır (Hermann 1931). Makronlar Termedon Çayı (bugünkü Terme Çayı- Olshausen-Biller 1984: 172) cıvarında oturan Suriyeli’lerle komşular. Aynı zamanda Kolhi’lerlede komşudurlar (Hdt. II, 104). Xenophon zamanındada Makronlar Kolhi’lerle komşu idiler ve Trapezus bu ülkede yer alıyordu. Fakat Xenophon’un aktarımlarından Makronların direk olarak sahil kesiminde otrumadıkları anlaşılıyor- bkz. Anab. IV,8,1-9 ve 22.3 Karyandolu Pseudeo-Skylax (Asia, 85) zamanında ise Trapezus ve Psoron limanı (bugün Kara Dere) Makrokephale veya Makron’ların ülkesinde bulunuyordu. Bu neredeyse bütünüyle Strabon’un aktadığı durumla uyuşmaktadır: Daha önce Makronlarda denen Sani’lar Trapezus ve çevresindeki dağlarda oturuyorlar. Bunun yanında Pseudo-Sklax’in ’’Periplus’’ eserinde Makrokephal’ler (Makron’lar) ve Kolhi’ler arasında Byzer’ler, Ekecher’ler ve Becheir’lerin varlığından bahsedildiği göze çarpmaktadır4. Fakat Strabon’da Sani’ler (Makronlar) Kolhi’lerle direkt komşular. Buradan M.Ö. 1. yüzyılda (belki daha önce) bu bölgede Sani’ler diğerlerine oranla daha ön safhada yer alıdığı anlaşılmaktadır. Zamanla burada yaşayan diğerlerini asimile etti (Belkide Xenophon’un bahsettiği Trabzon ve cıvarında yaşayan Kolhi’leride: bkz. Anab. IV, 22-23; V,3,2) ve kendi adları olan Sani adı bu şekilde onlarada geçti. M.S. 134 yılına ait Arrian’ın ’’Periplus’’unda benzer bilgiler yer almaktadır: Xenophon Trapezus halkının en cesur ve en ezeli düşmanının Dril’ler olarak belirtmektedir. Fakat ben bunların Sani’ler (PPE § 11:)5 olduğunu düşünmekteyim.

Bu noktada Plinius’un (NH VI. 12) ilettikleri dikkat çekicidir: Plinius Sannorium Heniochorum gens ten bahsetmektedir. Fakat buradan Sani’lerin mı Henioki’lere yoksa Henioki’lerin mi Sani’lere dahil olduklari anlaşılamıyor. Ayrıca Strabon’a güre kuzeyde yaşayan Henioki’lerin neden Güney Karadenizde adlarının geçtiğide açık deyildir (s.u). Plinius bundan başka diğer bir gens‘ten de bahsetmektedir (gens...alia Sani -NH VI,14).

Muhtemelen bütün bu bilgiler Sani’lerin diğer bazı kavimlerede kendi adlarını verme çabasında olduğunu göstermektedir6. Arrian’ın yazılarından (PEE§ 7 ve 11) Sani’lerin7 o dönemlerde başlıca Trapezus ve Ophis Nehri (bugünkü İstala-Dere- Olshausen-Biller 1984: 153) arasında, hem sahil kesiminde hemde dağlık bölgelerde yaşıyorlardı. Strabon’un zamanında bile belkide aynı yerde yaşıyorlardı. Arrian’ın yazılarında geçen Sani-Ülkesi ilginçti ve dikkate değer bir aktarımdır: ’’Ophis nehri Hyssos limanından 190 stadien uzaklıkta ve Kohi ülkesini Thianike den ayırmaktadır’’ (PPE, 7). Yukarıdada belirtildiği gibi Ophis deresi (bugünkü Istala Dere) Kolhi’ler ile Sani’ler arasında sınırı oluşturuyordu. Arrian’a göre Sani-Ülkesi Thiannike dir. Tekste ait açıklama kısmında Τιαννική ve Τυαννική şeklinde iki yazım şekli mevcuttur.
Burada şu soru ortaya çıkıyor. Belirtilen adlama bir rastgele adlamamıdır yoksa Sani-Ülkesi adlamasının bir varyasyonumudur. Tabiiki θιαννική şeklini yazım hatası olarak görülebilir ve Σαννική şekli doğru kabul edilebilir8. Fakat bu durumda Τιαννική ve Τυαννική şeklindeki adlamaları nasıl açıklanabilir? Bu noktada Prokop’un aktarımlarını hatırlamak gerekir; Güney Doğukaradenizde eskiden beri Sani olarak adlandırılan Tzani’ler oturmaktadır (Тξανικόν έθνος)(BP,I,15,21). BG VIII,1,8 bölümünde ise; ’’Trapezus’u eskiden Sani olarak bilinen Tzani’ler sınırlandırmaktadır’’ şeklinde vurgulanıyor. Bu halkın ülkesi Prokop tarafından Тξανική şeklinde belirtiliyor (De Aedif. III, 6). Bunun dışında Тξανικής όρη Тξανικών όρη vb. şeklindede geçmektedir (BG VIII,2).

Bu şekilde Тξαννοί Σαννοί‘nin paralel bir formu olarak ortaya çıktı. 12. yüzyılda Selanikli ünlü başpiskopos Eustathios tarafından, Dionysios’un ‘’’Dünyanın Tasviri’ adlı eseri için yaptığı yorumunda bu değişimi şöyle vurgulamaktadır (ad 715): ’’Makron’lar pontik bir halktır (pontisches Volk, alm.), Becheire’lerin güneyindedirler (yaşıyorlar, ç.n.). Biz bunlara şimdi Sani Σαννοί diyoruz, fakat bunun değişmiş hali Tzan’lar (Тξαννοί). Sani-Ülkesi değişmiş formundan türetilen Тξανική şeklinde adlandırılıyor’’.Her iki adlama, Σαννοί (Strabon, Arrian)ve Тξαννοί’nin (Prokop) ilk harfleri yerli halkın adı ile aynıdır. Yunancanın dil yapısında dolayı bu sesler başka şekilde verilememektedir. Muhtemelen bu adlama ’’Çani’’ şeklindeydi (Kauchtschischwili, S1965: 129, Anm.1). Bu şekilde dokümentlerlede ortaya konan ve Orta Çağda Karadenizin sahilinde yaşayan Kolhi boyu adlandırılmakyaydı. İlerki satırlarda bu konuya tekrar dönülecek.

Strabon’dada adları geçen Çani’lerin etnik aidiyeti hakkında şunlar söylenebilir: Çani’ler bir Kolhi boyudur. Bunlar (Kolhi’ler,ç.n.) bilindiği gibi ortak Karto-Kolhi topluluğunun parçalanması ve bir kolun, Batı Gürcistana yerleşip kompakt bir topluluk oluşturan Kolhi’lerin bir üyesidir. Kolhi bütünlüğü zamanla kendi içinde bölünerek Karadeniz kıyılarına yayıldılar. Bunların torunları Bizans dönemindede Çani (Σαννοί)9 olarak adlandırılmaktaydı. Bugün bunlar Türkiye’nin kuzeyinde yaşamaktadırlar (başlıca Bayburt ve İspir). Bunlara Laz deniyor (Lazların dili için bkz. Marr 1910; Tschikobawa 1938; Ksiri 1967).

DİPNOTLAR

a- Almancaya Sanner olarak çevirilen bu kelime Zana şeklinde okunmaktadır. Kelimenin sonundaki –er eki kişi belirtecidir. Kelimenin kökü Sanne- dir. Türkçeye çeviride S harfı olduğu gibi kabül edildi. Fakat –er son eki –i (San-i), şeklinde çevrilmiştir. Almancdaki –nn- kısa okunmaktadır ve türkçeye tek –n- şeklinde ifade edilebilmektedir. Bu nedenle Sanner Sani şeklinde çevirilmiştir. Bu kelime almancada okunduğu gibi türkçeye çevirilirse Zani şeklinde de çevirilebilir.
b- Bu kesim Strabon Geographika “Antik Anadolu Coğrafyası” (Çeviren: Prof. Dr. A. Pekman) kitabından alınmıştır.

1- S. Örneğin XII,3,17. ve bkz. II,13; VII,4,3; XII,3,29 vs.. S. Bkz. ’’Strabona Göre Kolheti’nin Sınırları’’

2- Bakınız örneğin Anonym., PPE §37: Makron’lar veya Makrokephale’ler. ’’Sölenenlere göre onlara Makronl’lar denmesinin sebebinin aralarında uzun kafali olanların sayıca çok olmasıdır’’... Sch.ad Apoll. Rod., Arg., I, (1024). Bunun yanında ( Chalkis’li Dionysios’a dayandırılan bir aktarıma göre) Makron’ların bu şekilde adlanmasının sebebi bunların Makros olarakta bilinen Euböa adasından gelmeleridir. Makron adının kökenine dair Linguistlerin savı söyledir (ben bu sava katılmıyorumö fakat bunu burada belirtmenin önemli olduğunu düşünüyorum): »Makron« adı gürcü dilindeki »Megrel« adının Çani dilinin (Megrelo-Lazca, ç.n) fonetiğine uygun olarak değişmiş halidir. Çani dilinde sıfat öneki ’’-on’’ şeklinde değişimi karekteristiktir. Kök » Makr« kelimesi Kolhi boyunun yerel adlaması saklı kalmıştı: arg/agr/egr (m-arg-eli; Tschikobawa 1936): bkz. Melikişvili 1959;79; Uruşadze 1964,137.

3- Anabasis’a (Xenophon) göre Makron’lar Trapezus ile Zigana daği arasında yaşıyorlardı (Mikeladze 1967: 43 ff.). Anabasis’te ilginç bir aktarım bulunmaktadır (IV,8,3-6): Makronların ülkesine ulaştıklarında, içlerinden biri Xenophon’a giderek daha önce köle olarak Atina’da bulunduğunu ve bu halkın (Makronların,ç.n) dilini anladığını belirtti ve ona (Xenophon’a)’’ sanırım burası benim yurdum, eğer izin verirseniz gidip onlarla konuşmak isterim’’ dedi. Burada bununla bağlantılı olarak (bu dönemde Makron’ların köle olarak Yunanistana götürüldüğü gerçeğini göz önünde bulundurmak gerekir) şu noktayı vurgulamak isterim; hellen dünyasında ’’Makron’’ ifadesi (Μάκρων) birinin özel adı haline geldi. Burada örneğin 5. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan tanınmış vazo ressamı Μάκρων ‘i hatırlamak gerekir (Beazley 1956: 1654 ff.). Helenistik döneme ait, Delphi’nin bir yazıtında " Μάκρωνι Δαιμέους " ve " Μάκρωνι Άματόκου Περγαμηνών" (Delphes 1954: 206-207).

4- Bkz. Apoll. Rhod. Arg., II, 394-397 ve 1242-1245; Burada Makron’lar ve Kolhi’ler arasında Bekeir’ler, Sapeir’ler ve Byzer’lerin adları geçmektedir.

5- Bkz. Xenphon, Anab. 5,2,2. Bu aktarımlar göz önünde bulundurlulduğunda Drill’lerin Trapezunt cıvarında (6-8 Saatlık mesafede) dağlık bölgede yaşıyorlardı (detay için bkz. Maksimov 1951: 250ff: 1956: 125ff; Mikeladze 1967: 136).

6- Arrian’a göre (Strabon’un aksine) Sani’lardan sonra Makronların adı geçiyor: ’’Sani’ler ... bunlardan sonra Makronlar oturuyor’’ (Arr. PPE, § 11).

7- Sani’ler daha sonraki kaynaklardada geçmektedir. Fakat sık sık farklı variyasyonlar da. Burada sadece iki örnek verilecek: Portaslı Hyppolytos (3. yüzyılın ilk yarısından) ve Eusebius (4. yüzılın ilk yarısı). –Hippolyt., Lib. Generation, § 35: Sanni qui appelantur Sannices (»Sannigi«’nin bir varyasyonu). Euseb. P.190 (fol. 36): Sanni autem qui dicuntur Sannigii. Burada Sani’leri, birçok diğer kaynaklarda (bkz. Örneğin Plin. NH, VI,14; Arr. PPE, § 11; Memn., Heracl., XVI, 37,7; St, Bzy. S.v.) Kuzey Karadenizde yaşadiğ belirtilen Sannige ler olarak belirtilmış olduğunu tahmin etmek zordur (Memnon’da açık olmamakla birlikte farklıdır). Benim düşünceme göre Ausebius’un Lib. Gebrat. ‘a dayanarak verdiği bilgilerde kullandığı Σάννικες yanlış olarak’’Sannige’’ adı ile karıştırdı.

8- I. Dschawachischwili (1950: 12, s.Anm.) Orjinalinde θσαννική adının yer aldığını savunmaktadır.

9- Burada 3. yüyzılın birinci yarısında Yunancadan Latinceye çeviri yapan baş rahip Portas’lı Hippolytos’un, Doğu ve Güney Doğukaradenizde yaşayan halklardan kendi dilleri olanlardan sadece Kolhi’ler (Colchi) ve Sanni’leri belirtmesini dikkate almak gerekir (»Liber Generation« 25,bkz. § 36).

Lazların etnik kökeni ve Prehistroyasi

Mustafa Kibaroğlu

(sunum özeti, Eylül 2006, Lazebura Istanbul bulusmasi, sunumu PDF dosyasi olarak burdan
veya burdan indirebilirsiniz

Mustafa Kibaroğlu “Lazların etnik kökeni ve Prehistroyasi" başlıklı sunumunda Lazca ve diğer Güney Kafkas dillerinin prehistoya dönemden başlayarak ortaya çıkış süreçleri ve bu dilleri konuşan grupların ilk anayurdu “homeland" konusu üzerine tarihsel, linguistik, arkeolojik ve populasyon genetik verileri ışığında ele aldı.

Kibaroğlu Lazların ve diğer Güney Kafkas dilleri konuşan halkların (bunlar Svanlar ve Gürcüler), ilk atalarının, yani ilk güney Kafkas dili konuşan grubun, Anadolu'da arkeolojik çalışmalar sonucu bilinen neolitik dönem kültürlerinden biri ile kökensel bağlantısı olması gerektiğini, bu neolitik gruplarda zamanla meydana gelen bölünme ile birlikte Svan, daha sonra Gürcü ve Laz-Megrel dili konuşan grupların ortaya çıktığını belirtiyor. Gerek tarihsel, gerekse arkeolojik araştırmalardan bilinen Kolhilerin (ing. literatürde colchis), Bati Gürcistan'da M.Ö. 2000 ile M.S. 4-5 yy kadar, karakteristik materyal kültür özellikleri ile karakterize edilen Kolhi medeniyetini yaratanlar Lazların (Laz-Megrellerin) ilk atalarıdır. Kolhiler Bati Gürcistan'da merkez olmak üzere yakın coğrafyalara da yayılmıştı. Fakat Kolhilerin M.Ö. 2000'lerden önce nerede yasadıkları bugün kesin olarak bilinmiyor. Fakat eldeki verilerden Kolhilerin M.Ö.2000'den önce Kızıl ırmağın doğusunda bir yerlerde yasadıkları, daha sonra Bati Gürcistan'a ve Doğu Karadeniz sahillerine yayıldıkları düşünülüyor. Transkafkasya ve Doğu Anadolu erken dönemi tarihleri alanında tanınmış olan Kavtaradze, Kolhileri M.Ö. 2000 öncesine ait Büyük Güllüce Kültürü ile ilişkilendiriyor. Gamkrelidze ve Ivanov, dilbilimsel veriler ışığında Kolhilerin M.Ö.2000'lerde Anayurtlarının yine bu bölgeye yakın coğrafyada olduğunu savunuyorç

Son yıllarda yapılan Populasyon genetik çalışmalara göre Kafkasyalıların paleo-Halklar olduğunu, yani Anadolu ve Trasnkaskasya'ya ilk göç eden gruplardan olduğunu gösteriyor. Bu sonuç Renfrew tarafından daha önce ileri sürülen, Kafkas dillerinin paleo-diller olduğu fikri ile örtüşüyor.

Cinnioğlu tarafında yapılan populasyon genetik çalışmaları Doğu Karadeniz bölgesinde yasayan insanların DNA özellikleri acısından diğer Kafkasyalılarla benzer özellikler gösterdiğini, sanılanın aksine Yunanlılar ile herhangi bir genetik bağlantılarının olmadığını ortaya çıkardı.

Bu da aslında Eski Yunanlılar tarafından bilinen ve Yunan kolonizasyonu öncesinde, M.Ö. 6-7. yy, bu coğrafyada yasayan yerli halkın günümüze kadar varlığına işaret ediyor.

Doğu Anadolu’da, Transkafkaslar’da, Doğu Anadolu’da ve Doğu Karadeniz’de eski dönemlerde Kafkas dilleri konuşan Hattiler, Hurriler daha sonra Urartulular bilinmektedir. Bunların yanında Kura Araks Kültürünü (veya Karaz kültürü) yaratan halklarda vardır. Bu kültüre ait grupların etnik kökeni kesin olarak bilinmemekle birlikte, bazı yazarlar (örneğin Burney) bunlarında yine Kafkas halklarından olduğu savunmaktadır. Doğu Karadeniz, Anadolu ve Transkafkasya’nin erken döneme ait medeniyetlerin dağılımına tarihsel, arkeolojik, dilbilimsel ve son olarak populasyon genetik veriler ışığında değerlendirirsek, Kolhilerin ilk anayurdunun Kızılırmağın doğu yönünde, Karadeniz dağlarının güney kesimlerinin ilk anayurdu olması gerektiği söylenebilir. Büyük ihtimalle eski yunan kayıtlarında gecen Tibaraneler, Makronlar, Tzanlar/Zanlar, Halybler/Haldiler Kolhi ler ile, yani bugünkü Laz-Megreller ile ayni etnik kökenden geliyorlardı.

Kibaroğlu konuşmasının sununda Transkafkasya, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu coğrafyasında eskiden var olmuş uygarlıklara giderek artan bilimsel ilginin Doğu Karadeniz ve bu bölgenin yerli halklarının tarihinin daha iyi anlaşılmasına önemli katkılar sunacağını, bölgenin artık daha çok ciddi bilimsel çalışmalara konu edilmesi gerektiğini vurguladı.

Osmanlı Lazistanı'na Yolculuk

Niko Marr


Türkiye Lazistani'na yapilacak bu gezimin amaci, buranin kadim yerlileri olan Anlarm ya da daha yeni bir terimle söyleyecek olursak, LazIarin dilini incelemekti. Ana dilinin incelenmesi, Yafetik diller grubu, yani Gürcüce ve onunla akraba diller ve lehceler hakkmdaki bilimsel bilgilerin mevcut durumdan dogan gercek bir gereksinime dayanmaktadir. Yafetolojinin, Semitik dillerle karsilastirma ve kendi lehcelerine ait materyaller temelinde insa edilmis tarihsel bir fonetik sinavindan gecmeye ihtiyaci vardir.

Yafetik dillerin tarihsel fonetigini Lazca ya da Anca materyaller temelinde olusturmak gerekmektedir. Bize Kolkida hakkindaki klasik efsanelerin Rion dönemiyle degil de Arux dönerniyle ayni zamana rastlamasi sorununu aciklamak icin bir temel sunar. (Cünkü Arux Yafetik dillerin fonetigine göre korox bicimine kadar iner, bu da Grek efsanelerinde saklanmis olan galx ya da kolx sözcügtlnün ( 1 ) yerine ( r ) gelmis olarak ismin 1 -de 1 halindeki bicimidirAnlarin bütün olarak bugünkü duruma eskiden itildiklerini, ancak bunun bir kerede olmadiginda s üphe yoktur. Ya Megreller ya da Anlar (Irux'un dogusundaki yerli halki temsil ediyorlardi. Arux'un sol kolu imerxev'in havzasinda ise Gürcü-Kartlar ancak 8. yüzyilin sonlarindan beri vardirlar. Onlardan önce gelen Erineniler de ayni sekilde Anlarin topraklarina yerlesmis yabanci bir kavimdi. 8-9. yy. Gezgini Grigori Xanzhtiyski'nin biyografisi sayesinde bizde Klarceti hakkinda olusan izlenim ilgimizi Klarceti'nin cografi terimler listesinde Anca kalintilari bulrnak iQin mca metinleri sekti.

Gürcülerin An ( /Tan-eb-i)dedikleri ve eski Ermenilerce Tsan olarak bilinen Lazlarin diline özel bir dikkatle yaklasmamizi gerektiren daha baska kültürel-tarihsel sorunlar da vardi. Bronz pgt da dahil olmak azere bazi metallerin isimleri uzerinde calisirken onlarin Yafetik kökenine isaret eden belirtilere rastladim ve dilbilimsel argümanlanmi Lazca verilerle sinamak istedim ki bunlar arasinda LazIarm dogal adlarmin (Tsan ya da Tsayn) tarihsel fonetigimize göre £ayn (£ain, Zayin) incil'de gecen, bakir ya da demirin mucidi, "bakir ya da demirden bütün silahlarin yapimcisi" efsanevi kahraman "Tubal Kain" ya da "Fuval Kain"in ikinci isminden geldigi de var.Nihayet eski Gürcüce edebi, daha dogrusu kilise dilinin incelenmesi Megrelce ve Anca kökenli bazi sözcükler ve ifadeleri aQiga gikarmistir. Bunlar arasinda Hiristiyan Kilisesi'nin ( ) aksam yernegi ve ( ) alqam ayini gibi önemli terimleri de vardir. Bunlarin aciklamasini Anca ve Megrelce de buluruz: ( ) Bu dillerde gece, alqam anlamina gelen siradan bir kelimedir.

Meselenin bu yönünün daha da ayrintili bir bicimde aciklanmasi eski Gürcüce yazili anitlarin tarihlerinin belirlenmesi ve genelde Gürcü edebiyatinin tarihi agisindan olaganüstü önemdedir. Mesele bu ki Grek - Bizans dünyasinin Gürcü kilisesi ve Grekcenin Gürcüce üzerindeki dogrudan etkisi belli bir tarihten itibaren baslliyor, ama ne zamandan? Bu hususta yerel gelenekler günumuze ulasmamistir. Yerel gelenekler Grek etkisini efsanevi bir bigimde Gürcüstan'da Hiristiyanligin dogusuna kadar götürmektedir. Gürcü Kilisesi'nin baslangic dönemi Hiristiyanligin dogusu dönemine kadar gitmektedir. Gürcü Kilisesi'nin baslangic dönemi eski Dogu Suriye (Siryak) - Pers - Ermeni Kilisesi ile birlik iginde gecmistir. Bu nokta baska seylerle birlikte incil'in Gürcüce Qevirilerinden acikca anlacilmaktadir.



Klasik edebi eserlerden ögrendigimize göre, Gürcü Kilisesi mensuplari, daha 8., 9., 10. ve hatta 11. yy. da bile Grek ortodoks ögretisine uygun bicimde, eski Gürcüce gevirilerin gözden gecirilmesi, Grekce orijinalleriyle karsilastirilip uygunlastirilmasi veya eski Ermenice cevirilerle karsiIastirarak tümüyle Grekreden yeniden ceviri isiyle ugrasiyorlardi. Bu durum ayni zamanda Grek etkisinin tasiyicilarinin esas olarak, (Inlarin anayurdunun bulundugu bölgeden gelen Gürcü Kilisesi'nin ögret menleri olmasiyla da aQiga cikmaktadir.

Genel olarak Dogu Gürcüstan üzerin deki Grek etkisinin, Megrel-Iverler ya da Laz-Anlar olarak Bizansla dogrudan temasta bulunan LazIar ve Meg reller, yani Anlar ve iverler araciligiyla gerceklestigi a priori olarak görülmektedir. LazIar ve Megreller, bir yandan Grekceye eklenmie seylerin et kiseyle, öte yandan Gürcüceyle akraba diller konusmalari itibariyle, Grek Kilisesi'nin etkisinin Gürcüstan'da yayilmasi ve özellikle kilise literatürünün Grekce'den Gürcüce'ye cevrilmesi gibi bir misyon igin dogal olarak cok uygundular. Gercekten de eski Gürcüce metinlerde Anca ve iverce metinier görülmeye baslandigi zaman, a priori olarak muhtemel olan bu düsünce sag lam bir olgunun önemini arttirabilir.

Gürcüstan'da Anlar-LazIarin Hiristiyanlasmasindan önce, yani 11. yüzyildan önce, Grek-Bizans Kilise si'nin etkisinin gelismesinin mümkün olmadia 7 ini kabul etmek gerekir. Lazistanla ilgili ge5itli sorunlarin hepsi, eninde sonunda Lazca'da ya da daha dogrusu Anca'da kendine bir destek arayacaktir.

(Inca'ya Rusya sinirlari iginde Batum oblastinda Batum'dan batiya dogru üg saatlik yolculuk sinirlari iQinde', deniz kiyisinda ve daha yukarilarda, Murgul Bogazi'nda rastlarnak mümkündür. Ancak bu dilsel bölge ve Hopa kasabasi ile birlikte Türk sinir 5eridi, Gürcüce ve Megrelce'nin güclÜ bizzat Batum'da da LazIarin sayisi az degildir. Ancak bunlar göcmendir.etkisi altinda kaldi. .


Bu nedenle Türkiye Lazistani'na vermeye galisiyordun yaptigim bu gezinin temel görevi, Ana ziyaretlerimizin amaci Laz dilinin mümkün oldugunca Gürcüce'nin anlamayi kendi görevi ve Megrelce'nin etkisinden arinmis dilini incelemek icin olarak incelenmesi idi .

Resmi makamlardan yardim görme umudunu yitirmeye baslayinca, özel kisilerden yararlandim. Talihim beni Batum'da, Türkiye'de 20 yil kalmis bir Gürcü ile karsi1astirdi. Ona iver Manastiri'nda ve 1898 yilinda Atina'ya giderken istanbul'da rastlamistim.

Onuun araciligiyla Arhavili bir Lazlatanistim ve bu kisiden, sonradan Lazistan'daki en büyük koruyucum ve iyi yürekli, entellektüel Lazca ögretmenim olan Fevzi Bey'e bir tavsiye mektubu aldim.Arhavili Laz Türkce konusuyordu ve görünüse bakilirsa anadili Anca'dan utanjyordu. Lazca (Anca) konusunda benimle konusmasini istedigim zaman, Türkse kacamak bir yanit verdi: "Migrelce bilursun, birdir." Arhavili yine de bana su bilgiyi verdi: "Atina'nin ötesinde yalnizca iki köyde Lazca konusuluyor, sonra da Rize tarafinda Lazca bitiyor. Rize'nin icinde elbette Lazca konusan Lazlara rastlaniyor. Ama bunlar göcmendir. Ülkenin icinde Lazca ancak yaylalara kadar genisliyor. Denize yakin yerlesim birirnlerinden, ömegin Atina'dan ülkenin iglerine dogru ilg dört saatlik bir yolculuktan sonra Lazcanin konu§uldugu en ug noktaya variliyor. Atina'da konusulan Lama pek temiz (an) degildir; eski adetleri ve saf Lazcayi Arhavi'de bulabilirsiniz."


Arhavili Lazin verdigi bültün bu bilgiler, genel olarak kisisel gözlemlerimi dogruluyordu. Batum'dan daha baska kisiIer, bu arada gimnazyum'dan arkadasim Batum Günirüsü'nde mernur olan N. Eliava'da karantinanin söz konusu olmadigini, Hopa ve äteki Laz kasabalarina giden kücük bir vapura binmek icin vaktim oldugunu söylediler. Epey tereddütten sonra nihayet bana yine Batum'dan dönmek kosuluyla, Rusya'dan getirdigim aletler ve aygitlarin dönüste gürnrüge tabi olmadigina dair belgeyi verdiler.



Resmi makamlara son yararsiz basvurum, Rize temsilcimize Lazca ko. nusan LazIann en batidaki önemli merkezi Atina'ya fotograf makinesi ve bilimsel materyallerle cikisimi kolaylastirmak icin önlemler almasini isteyen telgrafim oldu.

Böylece, Batum ile Trabzon arasmda kiyi ulasiminda kullanilan vapura bindik. Vapurun adi "Trabzon" (Trapezund) du. Batum'dan 31 Agustosta ögleden sonra saat 4.15'te ayrildik. Yelkenli ile gitmeyi reddettigimiz icin knez N. F. Eristov'un verdigi (>ruh nehrinin agzindan bir verst batida bir Sehrin kalintilarinin oldugu ve bunun Petra Sehri oldugu sek-Iindeki bilgiyi dogrulama olanagindan yoksun kaldik.

Vapurda ara sira Anca komismal: duyuluyordu, ancak uluslararasi dil görevini Türkce görüyor. Vapur Ermenilerin, kaptani Türk. Büfede calisanlann biri Ermeni, digeri Türk. Yolcular arasinda birkac Grek ve zengin Hemsinli var. Hemsinliler Rusca konusuyorlar ve kaptanin yardimcisi da Ermeni. Benim bilirnsel galismalarimdan, özellikle Ani kazisindan haberdar. Onun vapurdaki yerlilere tavsiyeleri bana özellikie Arhavi'de cok yardimci oldu.

Ancak beni bizzat LazIarin kendi anadillerine bakis1ari ilgilerdiriyor. GOvertede Ancanin üc agzi konusuluyor: Atina, Arhavi ve Hopa. Bir Hopalinin görüsüne göre, en saf konusma dili (3xal'da. Ancak muhataplarimin cogu er) temiz konusmanm Vige'de oldugunu teyit ediyorlar. Atinahlar hakkmda, onlann Canca ögrenmis Grekler oldugunu ve Anca'nin onlann agzinda bozuldugunu söylüyorlar. Söylediklerine göre, Atinahlann telaffuzlan bozukmus.

Gece Atina'ya ulastik. Ancak bizi 1 Eylül sabahina kadar beklettiler. KaMi lanmamiz da dostga degildi. Rize ternsilcimizden ses gikmadi. N. N. Ktihanov ile beni bir sorgudan gecirdiler. Kurye pasaportuma el koydular ve ancak 10 gün sonra geri verdiler. Bu süre icinde kisisel baglantilanm, nihayet bölgede bulunusumu tahammül edilebilir bir hale getirebildiler.

"Trabzon" vapurunun sahibi olan Sirketin kiralik odalan olan kocaman kahvehanesinde kaldim. Burada göcmenler kolonisi ile karsi1astim. Müslüman Gürcü, Rusya'dan kagmis Tevfikbey Bejanisdze, Grek doktor Atanasiades, Errneni Feldser

Tevfik Bey, Baturn'un Müslürnan Gürcülerindendi. ' Edebiyatin ebedilestird igi bu tip Fransa nin taninmis bir güney eyaletinden. Politik kahramanliklari kendi anlatimina bakilirsa, süphesiz güney adetlerine yabanci biri izlenimi uyandirabilirdi. Büyük olasilikla bu korkusuz kahraman kaderini kendi anlattiklarina borcluydu: Rusya icin büyük tehlike olarak taninan biriydi.

Atina'ya yerlestigimiz ilk günlerde bana cok büyük yardimi dokundu.Tavsiye mektubunun kendisi degil ama Fevzi Bey'e yazilmis olmasi, bana dili üzerine, yerinde ve serbestce karsilastirmali casmalar yapma olanagi sagladi. Mamafih, bütün LazIar Fevzi Bey'e arastirmalarimda bana yardim edebilen tek kisiye, benim hic kirnseye arnaclarimdan söz etrnemem gerektigini söylediler

Fevzi Bey ya da Tilaturzade Fevzi Efendi'nin annesi Gürcü, fakat kendisi sadece Türkce ve Anca biliyor. Fevzi Bey'in filoloji caltsmalarina neredeyse dogustan bir ilgisi var. Diyebilirim ki saglam bir dilbilimsel icgüdüye sahip. Lazistan'daki cografi adlann kökeni üzerine bir teori gelistirmis kendine Lazca'da 1 K cegisin düzensizligi yas Fevzi Bey sabah erkeni saatlere dek benimle yorulmuyordu. lki gün bas1adi. Fevzi Bey oruc tuttu benimle Wun saatler sü devam ediyor ve Cam sözlügü konusunda bana materyal sagliyordu. .

Bu rastlantisal Anc arasinda 25 yaslarinda, bir calisan, yalnizca Rize'de Carahoglu'da vardi. $ev yerlileri tavsiye etmiser, bir süre Sonra onun Palavit Köyü'nden geldig iyi bir üne sahip olmadigi, Kendine Ali Kaptan : adini veren sade görüz kayikgi benim icin özel edilmisti. Ali Reis, Atine Bulepli idi. 37 yasinday( Batum arasinda calisiydu bana cok Anca konusma Özellikle Bulep agzi üze yapmnak icin, Bulepli kahvehane sahibi Bali Efendi ve yine orali 12 y Kernal Baltazade bana materyaller verdiler.

11 Eylül'de N, N.

Birlikte, kilavuzumuz Ali cindeki bu geziyi gerceklesturen Reis tam bir Müslüman.. Bütün gün suya el bile sürmedi. Ali Reis, ayni zamanda siyasal konularda olaganüstü serbest fikirli idi. Onun sözlerine bakilirsa, Türkiye bir monarsi degil cumhuriyetti. Rusya'ya geri kalmis bir ülkeye bakar gibi tepeden bakiyordu. "Bizde özgürlük var" diye rahatca beni temin edebiliyor; "kimi akilli ve iyi görüyorsak, bizi yönetmesi icin istanbul'a onu yerlestiriyoruz." Toplumsal sorunlara ilkel bir sadelikle yaklasiyor. "Burada her calisanin mali mülkü vardir" diye ders veriyor. "Herkesin topragi var. Rusya'da ise toprak bol ama birkac asilzadenin elinde" Odesa'da hemsehrilerine "Sis! Sis!" diyerek satasirlarmis. Görünüse göre bu Grekce, (domuz) demek ancak o inatla bu sözün Rusca oldugunu, Ruslarin Müslümanlara böyle davrandiklarini iddia ediyor. Ali Reis Rusga'dan yalnizca küfürleri biliyor ve bunlari Anca konu5urken anlamlarini bilmedigi icin masum ünluleriymis gibi araya katiyor. Yolumuz Atina Nehri'nin sol kanadi boyunca uzaniyordu, buraya sehirden nehrin agzi üzerinde köprü görevi gören bir cift kalasin üzerinden gecerek geldik.

II. Bölge

"Laz" terimi, daha önce agiklandigl gibi 3 "Zan"larin ya da "(San"larin ülkesinin Elenize olmu bicimidir. Bu terim, (-la ) önekinin yardimiyla olusturulmustur: La-z[an]-i. Bu isim ne Ancadan ne de Megrelce'den gelmektedir, olasilikla Yafetik diller grubunun Svanca koluna ait bir dilden mirastir.' N. Marr, Ermeniler, Gürcüler, AbhazIar ve Alanlarin Vaftizi, Rus Arkeoloji Demegi Yayinlari, Cilt XVI, s. 165-166

An adi Megrellere gecmistir. Lazika denilince genellikle iverya-Meg. relya anlasiliyordu. Ancak daha sonra' lari ömegin imparator irakliy zamanmda Megrellerin adi Anlara gecti. Megreiya denince Lazika anlasilmaya baslandi. Böylece bazen Trabzon anlatilirken bu sehrin Megrelya'da oldugunu okuruz.

Eskiden Laz (An) kabilelerinin yerlestikleri yerler gok büyük bir olasilikla yalnizca illkenin iclerine dogru degil, fakat batida Kizilirmak'a kadar uzanan önemli ölgüde genis bir alani kapsiyordu. Nitekim Kizilirmak'in ilk adi olan Hallys, Lazca (Anca)'da, irmak anlamina gelir.

Anlar kendilerini sadece Laz olarak adlandirirlar. Fevzi Bey'in su gözlemi ilgingtir: "istanbul'da Samsunlular ve Sinoplular dahil bütün Karadenizlilere Laz derler; Sinoplular Samsunlulara, Samsunlular Trabzonlulara, Laz derler. An "bizim Sehirliler, Rizeliler ve geri kalanlar dogruyu söyler. En azindan simdi biz Rizelilere Laz demiyoruz."

Fevzi Bey ayrica sunlari ekledi: "Gümüshaneliler Erzurumlulara Laz derler. Erzurumlular ise bir yandan Gümüshanelilere, öte yandan da bütün sahil ahalisine Laz derler." Bugün Anlar güneyden Müslümanlasmis Ermeniler olan Hemsin(Ii)ler, güneybati ve batidan Türkler, daha dogrusu Türklesmis Anlar dogudan ve güneydogudan aralarinda bir cok Gürcüleemis Anlar ya da LazIarin bulundugu Müslüman Gürcülerle kusatilmistir. Burada, Grekleeen LazIara deginmiyoruz.



Laz ülkesinin güneyde dogudan batiya uzanan bugünkü önemsiz kalintisi ana parcadan bir dag zinciri ile ayrilir. Bu siradaglar icinde 3.000 metrelik zonlular da Rizelilere cak" diyor Fevzi Bey, Vergmbek ve Cimil dorugu ile taninmie fakat pek az gezilen Gürcü manastiri ,Parxal bulunur.

Ne var ki bu zirveler denizden görülmez. Buradaki dag zinciri ya da orrnanlar önünde, deniz tarafindaki daglarin genel adi, Anca'da Kackar-i, Hemsince'de Xagkar'dir. Kackar'da yüz kadar yayla vardir. Ancak bugün bunlarin hepsinde Hemsinliler vardir, bunlar arasinda
1) Akrak (kare. Erm . ),
2) Abu-tsor (kare. Erm.
3) . (Hemşinlilerde Xaçkar).

Yukarida gösterilen sinirlar icindeki alan, Trabzon vilayetinin Rize sancagina bagli iki kazayi kapsar. Kerner'den Gurupi'ye dek bir kaza, Atina kazasi ve Gurupi'den Kotrnis'e (bes verstlik haritada-Kotmus) kadar ise Hopa kazasi.

Vitse ve Arhavi'de müdürler bulunur. Lazlari güneyden gevreleyen Hernsinler Müslüman Ermenilerdir. Bunlar yalnizca din degistirrnekle kaimamis, anadillerini de önemli ölgüde unutmuslardir. Hala Enneni dilini saklamis olan köyler, Hopa kazasina baglidir.

Yalnizca Atina kazasinda 69 muhtarlik ya da köy vardir. Bunlardan 6411 Anca (Lazca) konusur.

1- Deniz kiyisinda ya da Atina kazasinin bati kenarinin denize yakin kisminda:

1) Kukulat

2) Laros

Bir görüse göre bu iki birimin her ikisi bir köy olustururken, bir baskasina göre Laros, Tordovat'in "Mehlesi"dir. Bundan sonra;
3) Tordovat
4) Dudxevat

Fevzi Bey'in babasinin sözüne göre Dutxevat, Tordovat'in mehlesi ya da rnezrasidir.

5) Kalecuk, Tordovat'nin iskelesi
6) Zelek

7) Meliat (kiyida)

8) Kemer (kiyi seviyesinin üsto layarak son altrn denizci; en i Bunlarin hepsi bölgesindendir


PROKOPİUS’UN TRABZON SEYAHATİ

A. Mican Zehiroğlu

MS 554 yılında, Prokopius tarafından yazılan[1] “Yapılar” isimli eserde; Justinianus dönemindeki imar faaliyetleri anlatılır. Antik Kolkha kültürünün en batıdaki temsilcileri olan ve o dönemlerde bugünkü Trabzon, Rize bölgesinin yüksek kesimlerinde yaşayan Tzaniler de bu eserin bir bölümüne konu olmuştur. Prokopius, Tzanika olarak adlandırılan bu bölgede, Bizans devletinin icraatlarını devletin resmi tarihçisi olarak aktarmıştır. Sahil şeridindeki denizci akrabalarının aksine, yüksek kesimlerde yaşayan ve daha önceki asırlarda da Sanni adıyla anılan[2] Tzaniler, o dönemde yaylacılık ve eşkiyalıkla geçin-mekteydiler. Prokopius, yazısının başında, Tzaniler ve onların memleketi ile ilgili bazı ön bilgiler vererek, gözlemlerini aktarır ;


“Tzaniler, kadim zamanlardan beri, herhangi bir hükümdara bağlı olmayan bağımsız bir halk olarak yaşamışlardır. Vahşice bir yaşam biçimi sürdürerek, ağaçlara, kuşlara ve çeşitli mahluklara tanrıları gibi hürmet ederler ve onlara taparlar. Ömürlerinin tamamını gökyüzüne doğru uzanan ve ormanlarla kaplı olan bu dağlarda yaşayarak geçirirler, ama hayatlarını, ziraat ile değil, haydutlukla ve eşkiyalıkla kazanırlar. Zira, toprağı işleme konusunda usta değillerdir ve memleketleri, sarp dağların en az olduğu yerlerde bile oldukça engebelidir. Bu yaylalar, engebeli olmanın ötesinde, son derece taşlık, işlenmesi zor ve hiç bir mahsule uygun olmayan bir toprak yapısına sahiptir. Onlar tarım yapacak olsalar bile, ürün yetiştirmek için yeterli toprak bulamazlar. Burada, ne araziyi sulamak, ne de tahıl yetiştirmek mümkün değildir; çünkü bu bölgede düz bir arazi bulunmaz ve hatta buralarda ağaç da yetiştiği halde, bunlar meyve vermeyen ağaçlardır. Zira bu bölge; bitmek bilmeyen kışın etkisiyle, uzun süre kar altında kaldığından, ilkbaharın başlangıç dönemi son derece belirsiz ve düzensizdir. Bu nedenlerden dolayı Tzaniler eski çağlarda bağımsız bir yaşam sürmüşler, ama şimdiki imparator Justinianus’un saltanatı sırasında, general Tzittas’ın komutasındaki bir Roma ordusu tarafından bozguna uğratıldılar ve hepsi kısa sürede mücadeleden vazgeçerek boyun eğdiler. Böylece, tehlikeli bir özgürlüğün yerine, sıkıntısı daha az olan esareti tercih etmiş oldular. Ve onlar hemen Tanrıya itaat ederek, Hristiyanlığı kabul ettiler. Böylece, her tür haydutluktan vazgeçerek yaşam biçimlerini huzurlu bir yola sokmuş oldular ve -daha sonra- düşmana karşı sefere çıkıldığında, her zaman Romalıların yanında yer aldılar.” [3]

Gerçekten de, MS 527 yılında Bizans hükümdarı olan Justinanus’un[4] saltanatı ile birlikte, Prokopius’un bahsettiği bu “huzurlu yol”, bölge halkına yönelik güçlü bir asimilasyon aracı olarak kullanılmaya başlanmış ve sonraki yüzyıllarda, resmî kilise dili olan Yunanca, bu şekilde bölgede kök salıp yaygınlaşmıştır. Justinianus, Perslerle olan mücadelesinde oldukça önem taşıyan bu bölgenin Hristiyanlaştırılması için büyük çaba harcamıştır. Bu strateji çerçevesinde, Tzani memleketinde inşa edildiği belirtilen Skhamalinikhi kilisesi, muhtemelen bugünkü Sumela manastırının ilk nüvesidir ;

“Ve imparator Justinianus, Tzani’lerin bir zaman sonra yaşam biçimlerini tekrar değiştirerek, daha ilkel olan eski geleneklerine dönebilecekleri endişesiyle, aşağıdaki önlemleri tasarladı:

Tzanika ulaşılması zor bir memleketti, özellikle de atlılar için bu kesinlikle mümkün değildi, zira belirtmiş olduğum gibi her taraf uçurumlarla çevrili ve ormanlarla kaplıydı. Bu nedenle Tzanilerin komşuları ile ilişki kurmaları mümkün olmuyordu ve yabani hayvanlar misali, kendi aralarında izole bir yaşam sürüyorlardı. Bu durumu değiştirmek için, imparatorun emri ile ulaşıma engel olan ormanlarda ağaçlar kesilerek yollar açıldı ve engebeli yerler düzeltilerek, atların ilerleyebilmesi için uygun hale getirildi. Bu şekilde onların komşularıyla ilişki kurmaya yönelmeleri ve normal insanlar gibi diğer toplumlarla biraraya gelmeleri sağlanmış oldu. Daha sonra imparator, Skhamalinikhi adıyla bilinen bir yerde onlar için bir kilise inşa ettirdi ve böylece onlara, ayinlerini gerçekleştirmeleri, kutsanmış ekmeği bölüşmeleri, dualarla tanrıya sığınmaları ve diğer ibadet kurallarını yerine getirebilmeleri için imkan sağlamış oldu, bu sayede onlar insan olduklarını artık bileceklerdi. Ve memleketin her tarafına kaleler inşa etti, Roma ordusunun bu güçlü garnizonlarında onlara görevler vererek, diğer toplumlarla ilişki kurmalarını kolaylaştırdı. Şimdi Tzanika’da inşa edilen bu kalelerin yerlerini sayacağım.” [5]


Tzanika’daki kalelerin yerlerine ilişkin notlar, metinden anlaşıldığına göre, Prokopius’un, bugünkü Bayburt kenti civarından Trabzon yönüne doğru, Xenophon’nun rotasını kullanarak yaptığı bir seyahate dayanmaktadır ;


“Bu memleketin sınırlarını belirleyen noktalardan biri, üç yolun buluştuğu bir yerdedir; Ermenilerle, Tzaniler arasındaki sınır bu noktadan itibaren başlıyor ve öteye doğru devam ediyordu. İmparator, daha önce kale bulunmayan bu yerde, bölgenin asayişi için Horoni adıyla, büyük ve çok sağlam bir kale inşa ettirdi. Burası, Romalılar için Tzanika’ya geçiş noktasıdır. Buraya “Dük” ünvanıyla askeri bir komutan yerleştirildi.” [6]

Procopius’un tanımladığı bu nokta, bugünkü Bayburt kenti civarında olmalıdır. Öteye, -doğuya- doğru devam ettiği belirtilen Tzani-Ermeni sınırı ise Çoruh nehrine paralel olarak doğu yönünde uzanmaktadır. Prokopius, Tzanika memleketine yaptığı geziye bu noktadan itibaren başlamış ve kuzeydeki Soğanlı dağlarını aşabilmek için, asırlar önce Xenophon’un takip ettiği güzergahı izlemiştir ;


“Ve Horoni’den iki günlük uzaklıkta bir yerde, Tzanilerin Okeniti olarak bilinen bölgesi başlar, ki Tzaniler kendi içlerinde farklı kollara ayrılmaktadırlar. Burada, Kharti denilen yerde, eski zaman insanları tarafından inşa edilmiş, ancak uzun süre önce bakımsızlık yüzünden harabe haline gelmiş kaleye benzer bir yapı bulunuyordu. İmparator burayı tamir ettirerek, kalabalık bir nüfusun burada barınmasını ve memleketin düzeninin korunmasını sağlamıştır.” [7]

Adı geçen Kharti; bugün de aynı güzergah üzerinde Hart köyü olarak ismini yaşatmaktadır. Prokopius da, Xenophon gibi buradan kuzeye doğru ilerlemiş, Soğanlı dağlarını aşarak, Madur tepesinin eteklerinden kuzeybatıya, Trabzon yönüne doğru yoluna devam etmiştir. Bu arada, aynı bölgeye dahil olan ancak yolunun üzerinde olmayan yerlere ilişkin bilgileri de notlarına eklemiştir ;


“Ve buradan biraz doğu tarafına gidildiğinde, kuzeye doğru uzanan sarp bir vadi vardır; burada da Barkh(on) isimli büyük bir yeni kale inşa ettirdi. Söylediklerine göre, bu kalenin ötesinde, dağların aşağı tarafları Okeniti Tzanilerinin sığırlarını barındırdıkları ve kışlaklarının bulunduğu yerlerdir. Onlar bu sığırları, toprağı sürüp işlemek için değil, sürekli bir süt kaynağına sahip olmak ve etleriyle beslenmek için yetiştirirler.” [8]


Prokopius’un muhtemel Trabzon güzergâhı ve bu bölgede günümüze kadar ulaşmış olan bazı köy isimleri.

Binlerce yıl önce olduğu gibi, bugün de yaylacılık geleneğinin sürdürülmekte olduğu bu yörede; köy isimlerinde[9], ve hatta konuşulan dilde Tzanilerden kalma izlere rastlamak mümkündür. Prokopius’un, Trabzon’a doğru yoluna devam ederken, kuzeydoğu yönünde yerini tarif ettiği, ancak yolunun üzerinde olmadığından bizzat görmediği vadi, bugünkü Solakli vadisinin yukarı kesimidir. Solakli vadisi çevresinde oturdukları anlaşılan Okenitlilerin isimlerinden bazı izler de farklı formlarda günümüze kadar ulaşabilmiştir. Tüm yerli kökenli köy isimleri, özellikle geç Bizans döneminde, Yunanca fonetik ve gramer kurallarına uygun şekilde “düzeltilerek” yazılı kayıtlara geçirildiği için, günümüze kadar ulaşabilmiş olan yerli isimleri tespit edebilmek tesadüflere bağlıdır. Bu tesadüflerden biri, 1935 nüfus sayımı kayıtlarıdır. 1935 yılında bölgede gerçekleştirilen nüfus sayımı sırasında köy isimleri, eski yazılı kayıtlar dikkate alınmaksızın, yerel sözlü ifadelere dayanılarak kaydedilmiştir. Bu sayımlarda, Solakli vadisinde, bugünkü Çaykara’nın 15 km güneyinde yer alan ve önceki Bizans kaynaklı yazılı kayıtlarda Ögene ya da Ogene şekilleriyle rastlanan köyler, Aşağı Okene ve Yukarı Okene adlarıyla kaydedilmişlerdir.[10] Okene olarak geçen bu köy ismi, büyük olasılıkla Okeniti isminin günümüze kadar ulaşabilmiş şeklidir ve bu da muhtemelen, St.Eugenius olarak bilinen Hristiyan azizinin ismine benzetilmesi sayesinde mümkün olmuştur.

Prokopius, Okenitlilerden bahsettikten sonra, bugünkü Karadere vadisinin üst kesimlerinden aşağı, kuzeybatı yönünde Trabzon’a doğru ilerlemeye devam eder;

“Tepelerin hemen ardında, düzlük bir arazide kurulu bulunan Kena isimli yer ve bu yerin batısına doğru, Sisilis isimli kale yer alır; eski çağlarda inşa edilmiş fakat daha sonra terkedilmiş olan bu kale, İmparator Justinian tarafından onarılmış ve diğerleri gibi burası da bir Roma askeri garnizonu haline getirilmiştir. Ve bu kaleden sonra, kuzeybatı yönünde varlığı bilinen bir diğer yerin ismi de, yerli halk arasında “Longini’nin mevzisi” olarak geçer, zira eski zamanlarda Romalı general Longinus, Tzanilere karşı bir sefere çıktığında burada karargah kurmuştu. Burada; Sisilis’den bir günlük uzaklıkta, imparator tarafından Burgusno isimli büyük bir kale inşa edildi.” [11]

Prokopius, Trabzon’a ulaşmadan önce, yolu üzerindeki son kale olan Burgusno’dan bahsederken, bu kalenin kurulduğu yerin, yerli halk tarafından “Longini’nin mevzisi” olarak adlandırıldığını belirtmiş, ancak -yazık ki- bu ifadenin, yerli dildeki söylenişini değil, Latincesini [12] aktarmıştır. Prokopius’un Trabzon’a yakın bir yer olarak tarif ettiği bu yer de, Trabzon’un yaklaşık 15 km güneyinde bulunan ve ismi günümüze Lolongena olarak ulaşan köyün bulunduğu yer olmalıdır. Zira, bu köyün adı, eski yerli Güneybatı Kafkas dillerinde, yer adlarında rastlanan “Le-, La-, Lo-” şeklindeki önekli yapılara uymaktadır.[13] Bu durumda Prokopius’un bahsettiği, “Longini’nin mevzisi” de burası olmalıdır;

Le-longine > Le-longene ( =Longini’nin yeri)

Prokopius, buradan Trabzon’a ulaşmadan önce, güneyinde ve güneybatısında kalan Tzani topraklarına da kısaca değinmiştir notlarında. Yine Tzanilere mensup çeşitli toplulukların yerleşik olduğu bu bölgeler, bugünkü Maçka kasabası civarından, batıda Tonya, güneyde Torul kasabalarının bulunduğu yerlere kadar uzanmaktaydı ;

“Sisilis kalesi, buranın biraz yukarısında bulunmakta ve buradan itibaren Koksilini Tzani olarak tabir ettikleri bölge başlamaktadır. Bu bölgede şu anda; biri Skhamalinikhi adıyla bilinen, diğeri ise yerli halk tarafından Tzanzak olarak adlandırılan iki kale yapılmış ve buraya bir komutan tayin edilmiştir.” [14]

Prokopius’un, güzergâhı dışında oldugu için bizzat görmediği güneydeki Koksilini bölgesinde varlığı bildirilen iki kaleden biri, aynı zamanda da bir kilise olarak inşa edilen Skhamalinikhi, Maçka’nın 20 km güneyinde bulunan bugünkü Sumela olmalıdır. Bahsedilen diğer kale Tzanzak ise, daha güneyde Gümüşhane yakınlarında kalıntıları günümüze kadar ulaşmış olan Canca kalesidir. Bu bilgileri de aktardıktan sonra, Lelongene’den aşağı doğru Trabzon’a inen Prokopius, Tzanika seyahatini bu şekilde tamamlamış olur ;

“Bu memleketin ardında, Karadeniz sahilinde Trapezus isimli bir kent bulunur. Bu kentteki su kıtlığı nedeniyle, imparator tarafından buraya da bir su kemeri inşa edilmiştir, ki kent sakinlerinin su sorununu çözen bu kemer, St.Eugenius’un adı ile anılmaktadır.[15]

KAYNAKÇA :

Başbakanlık İstatis. Gen. D. / 1935 Genel Nüfus Sayımı , Ankara -1937

Dewing, H.B / Procopius : On Buildings , London -1940

Evans, J.A. / Justinian, Encyclopedia of Roman Emperors -1998

Halsall, P. / Byzantine Sources in Translation -1997

Zehiroğlu, A.M / MS 1. Yüzyılda Doğu Karadeniz, Kafkasya Yazıları (7) -1999

(*) Tarih ve Toplum, Sayı 200, Ağustos 2000

[1] Hallsal, P. (1997)

[2] Zehiroğlu, A.M. (1999)

[3] Dewing, H.B. (1940) ; III. vi. 1-7

[4] Evans, J.A. (1998)

[5] Dewing, H.B. (1940) ; III. vi. 8-14

[6] A.g.e. ; III. vi. 15-17

[7] A.g.e. ; III. vi. 18-19

[8] A.g.e. ; III. vi. 20-21

[9] “Zan-oi” , “Zan-ha” , “Zan-ike” , “La-zan-at” gibi.

[10] Genel Nüfus Sayımı 1935

[11] Dewing, H.B. (1940); III. vi. 22-24

[12] “Longini Fossatum”

[13] Laz ve Tzani dillerinin de dahil olduğu Güneybatı Kafkas Dil Ailesinin tarihsel coğrafyasında, özellikle iç kesimlere ait yer isimlerinde rastlanan “Le- ; La- ; Lo“ şeklindeki önekler, bu dil ailesine özgü bir yapıdır.

[14] Dewing, H.B. (1940) ; III. vi. 25-26

[15] A.g.e. - III. vii. 1

HOPA’NIN ŞİRİN BELDESİ - KEMALPAŞA (NOĞEDİ / MAKRİALİ)


TARİHÇE

“Trabzon Vakayinamesi”’nde sözkonusu yerleşim yerinin ismi bir yerde “Makrosegialos”, sonra da “Makregialos” olarak geçmektedir. Araştırmacı Aleksandre Gamkrelidze’ye göre “Makros-Aigialos” Yunanca’da “Uzun sahil” anlamına gelmektedir. Ama yerli Laz-Gürcü ismin Yunanca şekli de olabilir. Bir başka düşünceye göre Makriali Megrel-Makronlardan kaynaklanan bir yer ismidir.

Lazlar Makriali’ye Noğedi derler. “Noğa” kelimesi Lazca’da “Çarşı” anlamına gelmektedir. Muhammed Vanilişi ve Ali Tandilava’ya göre Noğedi’nin adı Osmanlılarca 17. yüzyılda Makriali olarak değiştirilmiştir. Bugün ise Kemalpaşa denmektedir.

Kesin bir bulguya rastlanmamakla birlikte İ.Ö. III. binyıldan beri yerleşim alanı olduğu sanılan yöre İ.Ö. VIII. yüzyılda Kimmer istilasına uğradı.

Kolheti, İberia, Roma, Pontus, Lazika (Egrisi), Fars ve Bizans egemenliklerinden sonra Gürcü Kralı IV. Bagrat 1046’da Hopa ve çevresini Bizanslılardan almış. İuri Siharulidze’ye göre buralar Gürcü Kral Davit Ağmaşenebeli (1089-1125) zamanında da Gürcistan’ın bir parçasıydı. Aksi taktirde 1116’da Abhazya’dan Tao(Bugünkü Erzurum İli)’ya giden Kral Davit Hopa üzerinden geçemezdi. Davit buraya 1120’de de gelmiş.

1204’te Gürcistan Kraliçesi Tamara Trabzon İmparatorluğu’nu kurdu. Kesin bir kanıt bulunmamakla birlikte Karadeniz Ereğlisi’ne kadar ilerleyen Batı Gürcistan Ordusu’nun Noğedi üzerinden geçme olanağı büyüktür. Hem de M. Vaniliş ve A. Tandilava’nın bilgilerine göre Kraliçe Tamara’nın ismi Lazların yer adları, masal ve hikayelerine yer almaktadır.

“Trabzon Vakayinamesi”’nde birkaç yerde Makriali’den bahsedilmektedir. Örneğin, orada Haziran 1367’de büyük bir düğün yapılmıştır. Gürcistan Kralı Büyük Bagrat (1360-1393) Trabzon İmparatoru III. Aleksi(1349-1390)’nin kızı Anna Komnenos’la Makriali’de evlenmiş. M. Panaretos’un bilgilerine göre Makriali’deki düğüne Trabzon İmparatoru ve eşinin dışında karadan ve denizden ordu da gelmiş.

10 sene sonra, Ağustos 1377’de Makriali’ye Trabzon’a kraliçe olmak için giden Gürcü Prensesi Gulkani gelip bir gün bu köyde kalmış.

“Trabzon Vakayinamesi”’nde Makriali ve çevresinin Gürcistan’a mı, Trabzon Devleti’ne mi ait olduğu açık bir şekilde ifade edilmemiştir. Ünlü Gürcü tarihçisi Zurab Avalişvili’nin düşüncesine göre Trabzon’dan daha büyük ve güçlü Gürcistan’ın kralı kendi nikah törenini bir başka ülkenin topraklarında yapmazdı. Bu düşünceyi Lazca’nın Hopa Şivesinde diğer şivelere göre daha fazla Gürcü asıllı kelimenin bulunması da güçlendiriyor.

1461’de Osmanlılar Trabzon’u fethettiler. Samthe (Güneybatı Gürcistan) Atabagi Kvarkvare 1465’te Rize-Gonio arasındaki toprakları Batı Gürcistan’ın Guria Bölgesinin Prensi Kahaber Gurieli’ye devretmiş. Daha sonra bu topraklar Atabagi ile Gurieli arasında çekişme noktası olmuştur.

Osmanlılar XVI. yüzyıl içinde İmereti (Batı Gürcistan) Kralı III. Bargat ile Mamia Gurieli arasındaki çekişmelerden yararlanıp Rize-Gonio arasındaki toprakları ellerine geçirmiş oldular.

Yavuz Sultan Selim’in Lazistan seferleri üzerine söylenmiş önemli öyküler Lazlar arasında günümüze kadar söylenegelmiştir. Örneğin, “Padişah askerleriyle birlikte Trabzon’dan hareketle Melo’ya dayandı. Melo’dan savaşa savaşa Gonio kalesine indi. Kaleye üslenmekle Arhavi, Viçe, Hopa, Gonio, Batum, Çhala, Beğlevan, Noğedi (Makriali), Sarp kent ve köylerini abluka altına aldı. Savaş üç ay aralıksız sürdü. Sonunda bir anlaşmaya varılmıştır.”

Padişahlığından önce Trabzon’da valilik yapmış olan Yavuz Sultan Lazların özgür bir yaşama alışık olduğu ve halkın karakter yapısını bildiği için burada özel bir derebeylik sistemi koymuştur. Derebeylik sistemi 1520’lerden 1820’lere kadar 300 sene gibi çok uzun süre devam etmiş.

Yöreye Osmanlılar girdikten sonra Müslümanlaştırma süresi başlamış. Müslümanlaştırma süresi çok uzun yaklaşık olarak 300 yıl sürmüş. 1614‘te burayı gezen Fransız misyoner Lui Granji’nin bilgilerine göre Lazlar atalarının kurdukları düzeni ve Hristiyanlığı korumak için mücadele ediyorlardı. Birçok Laz kendi evini terk edip Gürcistan’ın iç kesimlerine yerleşmiş. Bugün de Gürcistan’ın birçok yerinde Laz asıllı soyadları (Lazişvili, Lazaşvili, Çanişvili, Tuğuşi, Halvaşi, Caşi, Çanturia, Çankotadze, Çanturişvili, Çanukvadze, İnaşvili, Samuşia, Canaşia vs.) taşıyan binlerce insan yaşamaktadır. Geçmişte yöreden Gürcistan’a gidenlerin yanısıra Gürcistan’dan da buraya göç edenler olmuş. Örneğin yörede yaşayan ve Maneloğlu Köyü ve Maneloğli-Tskari’ye adı veren Maneloğliler (Bugün Lokumcu soyadı taşırlar) Kobuleti(Çürüksu)’den gelmişler.

1753’te İmereti (Batı Gürcistan) Patriğine bağlı Hopa Piskoposluğu kaldırılmış.

XVIII. yüzyılın ünlü Gürcü bilim adamı Vahuşti Batonişvili’ye göre o dönemde Lazların çoğu Müslümanmış, ancak küçük bir kısmı Hristiyan olarak kalabilmiş ve Lazcanın yanısıra Gürcüce de biliyorlarmış.

1870’li yıllarda Doğu Karadeniz’i ziyaret eden Giorgi Kazbegi’nin izlenimlerine göre “Lazistan toprakları, Kemer Deresi (Demirpalo) ile Makriali arasındaki dar Karadeniz kıyı şeridini kapsamaktadır... Onlar asil Lazlardır. Lazca konuşmaktadırlar. Giysileri Acara ve Guria benzeridir. Hepsi Müslümanlaştırılmıştır.” Hopa ve Noğedi Vadilerinde yaşayan Lazlar onu sıcak karşılaşmışlar. Kazbegi’nin değerlendirmesine göre Hopa-Makriali’de konuşulan Lazca Megrelceye çok benziyor. Din farklılığına rağmen bu insanların Megreller ve Rumlaşmış Lazlarla çok yakın ilişkileri varmış.

Dimitri Bakradze 1873 yılında arkeolojik araştırmalar maksadıyla Guria ve Acara’ya gitmiş ve orada Hasan Ağa Muradoğlu ile buluşmuştu. Hasan Ağa, Bakraidze’ye bu karşılaşma sırasında Makriali hakkında da bilgiler aktarmış. Hasan Ağa’ya göre Makriali ve Limani köylerinde yaşayan Zumbaialar ve Manelişvililer Laz beylerinin torunlarıdır. Bugünlerde yerlilerin anlattıklarına göre Zumbaialar Abhaz asıllı, Manelişvililer ise Gürcü asıllıdır.

1877 yıllında Osmanlı-Rus Savaşı patlak vermişti. Çok çetin mücadele sonunda bu savaş Rusların zaferi ile sonuçlandı. 1878 Berlin Anlaşması ile barış imzalanmış oldu. Anlaşmaya göre Ruslar Kars, Ardahan ve Batum’u Osmanlılardan aldılar. Bu topraklar arasında Sarp Köyü ile Limani yakınlarındaki Kopmuş’a kadar 16 Laz köy de vardı.

1890’lı yıllarda bu bölgeyi ziyaret eden Lazistan adlı kitabın yazarı Zakaria Çiçinadze Makriali kalesinden ve orada meydana gelmiş ve halkın hafızasından silinmemiş tarihi olaylardan bahseder. Çiçinadze’ye göre oradaki Laz köyleri şunlardır: Dakvara Köyü 15 hanelik (Eskiden daha fazlaymış. Ama Rus işgali sırasında çoğu köylerini terkedip Osmanlı Lazistanı’na gitmişlerdir.), Ohordia Köyü 20 hanelik, Kortaneti 25 hanelik, Beğlevani 40 hanelik, Pançureti 25 hanelik, Sumcuma 45 hanelik, Mamanati 30 hanelik, Skuri 15 hanelik, Makreti 45 hanelik, Mağraveti 29 hanelik, Maçati 20 hanelik, Gabiela 15 hanelik, Düzköy 60 hanelik, Sarpi 40 hanelik, Limani 30 hanelik, Makriali (Noğedi) 80 hanelik ve nüfusu önemsiz düzeyde birkaç köy daha, burada saymadığımız. Göründüğü gibi Noğedi o döneminin de en büyük yerleşim yeriydi.

Osmanlı Döneminde Noğedi Arhavi Kazasında yer almaktaydı. Yörenin Rusya’ya bağlandıktan sonra Makriali merkeze dönüştürülmüştür. Merkeze 11 köy bağlanmıştır. Bu köyler: Sarp, Sumcuma (Bugünkü Üçkardeş), Şana (Kaya), Makriali (Kemalpaşa), Çançhara (Çamurlu), Köprücü, Soveli, Kuliganisi, Limani (Liman), Manel-oğli (Dereiçi), Hemşin.

Yöre I. Dünya Savaşı ve sonrasında Ruslar, Osmanlılar, İngilizler ve Gürcüler arasında el değiştirdiyse de 1921’de Türkiye’ye bağlanmıştır.

1930’lara kadar yörede en çok mısır ve pirinç üretiliyordu. 1930’larda Ziraat Umum Müdürü Zihni Derin’in gayretiyle Rize’de çay üretimi başlamış. Demokrat Parti zamanında sistemli bir politikayla teşvik edilmiş. Çay Doğu Karadeniz’in ana gelir kaynağı olmuş.

31 Ağustos 1988 günü açılan Sarp Sınır Kapısı bölge yaşamına yeni bir canlılık katmıştır. Ama hareketliliğin merkezi Sarp’ın hemen yanındaki Kemalpaşa değil, 19 km güneybatısındaki Hopa olmuştur.

Birçok Kemalpaşalı genç Gürcistan’da eğitim görmüş. Ayrıca Gürcistan’a çalışmak için gidenler de yok değiller. Hudutlar açıldıktan sonra birçok Kemalpaşalı sınırın ötesindeki akrabalara da kavuşmuş. Belki de en önemlisi Megrel kardeşleriyle karşılaşmalarıydı.


EKONOMİ

Kemalpaşa’da Belediye, ilk ve orta okul, 1 devlet ve birkaç özel çay fabrikası mevcuttur.

Kemalpaşa’da başlıca ekonomik etkinlikler tarım, tarıma dayalı sanayi ve ticarettir. Küçük ama verimli topraklarda çay, fındık, çok az miktarda elma, armut, turuçgiller ve çeltik yetiştirilir. Mısır ekimi yerel tüketime yöneliktir. Son dönemde kivi de yetiştirilir.

İklim hemen hemen her mevsim yağışlıdır. Bitki örtüsünün iklime özdeş bir yapısı vardır. Nem oranının yüksek ve havanın yağışlı olması bitki örtüsünü gür ve çeşitli kılmıştır. Kıyıdan 400-600 metre yüksekliğine kadar olan yerlerde çay bahçeleri bulunmaktadır.


YER ADLARI

Yörenin yer adları şöyledir.

Kemalpaşa (Noğedi/Makriali). Mahalleleri: Ağapeş Opute/Ofute (Sonbaylar Mahhalesi), Skibuli/Sovili (Selimiye), Çita Makriali/Çita Noğedi (Koha Mahallasi), Halbaşi (Kibaroğlu Mahallesi), Kvadidi. Skibuli’nin yerleri: Potra Tskari, Uçkeipuna Poteliti, Kvatahei, Ğinkiti, Çebooğlaş/Çebooliş, Kona, Hçeşona, Cangahur Mazraasi, Kuli Mazraasi. Çay: Makriali-Tskari.

Karaosmaniye (Kuliganisi).

Liman (Limani). Mahallesi: Mtskoşi Sirti. Yerleri: Badiş Kona, Gaçaş Kona, Dingiş Duzi, İkinci Kva, Karaliş Duzi, Karağaşiç Duzi, Loboda, Maniaketi, Muraş Duzi, Jilengele, Sanakati/Sinakati, Çita Duzi, Hçeşona.

Dereiçi (Maiskiopute/Maeskifute/Maiskiopte/Maneloğli). Yerleri: Gyubeği, İlaeti/İlaati, Kakalepuna, Kitrati, Makarona/ Makakona, Mele, Mollaloğliş Çereme, Nobinceni, Yamağişi Çereme, Oisiye, Omkiye, Papuloğliş Çereme, Uçaşepuna, Parça, Poteliti, Ğupunoğliş Ocaği, Çhona, Tsapaşi Çereme, Çerkeziş Ofute/Çekeş Opute, Halbaş/Harbaş, Ofute, Hamçeduli. Çay: Maneloğli-Tskari.

Osmaniye.

Sarp (Meleni Sarpi). Yerleri: Çayşpici, Atoaği, Rakani, Ohvame, Konakru, Cevizdibi, Cevizdibiştepe, Meleni Buruni, Cgiriolasirti, Mtsulepuna, Papati, Ğavra, Eksavati, Ğevra, Komurduzi, Oçinahuşopute, Didi Megza, Kita Megza, Komurkona, Mezre Sari (Sarbalaz-Mazraasi). Çay: Ğaldidi.

Üşkardeş (Sumcuma).

Köprücü. Mahalleleri: Armutduzi, Esentepe, Halbaşi, Hemşilli Köy. Yerleri: Baniki, Batshana, Gubi, İnçkale, Kazarma, Mağara, Boğula, Çaneti, Hacioğliş Daği, Cefuka.

Kayaköy (Şana/Pşana/Mşana). Şana Mazraasi.

Çamurlu (Çançahuna/Çançhara).

Kazimiye (Hemşilluği).

NÜFUS

Artvin Valiliği’nin verilerine göre Kemalpaşa ve çevresinde nüfus durumu şöyledir.

N

Yeni Adı

Eski Adı

1990

1997

2000

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

Kemalpaşa (Bucak Merkezi)

Akdere(1990’dan sonra köy olmuştur.)

Çamurlu

Dereiçi

Gümüşdere (1990’dan sonra köy olmuştur.)

Karaosmaniye

Kayaköy

Kazimiye

Köprücü

Liman

Osmaniye

Sarp

Üçkardeş

TOPLAM

Noğedi/Makriali

Çançahuna/Çançhara

Maiskiopute/Maeskiofute/Maiskiopte/Maneloğli

Şana/Pşana/Mşana

Hemşilluği

Limani

Sarpi

Sumcuma

2.658

---

669

218

---

919

944

378

1.314

291

699

749

215

9.054

3.742

182

647

168

224

214

631

281

967

216

480

447

189

8.388

4.124

196

515

133

252

235

694

301

870

205

502

523

179

8.729

Göründüğü gibi 1990-1997 arasında yörenin nüfusu göç nedeniyle azaldı. Ama 1997-2000 arasında küçük bir nüfus artışı yaşandı.

Kemalpaşa’da Lazlar ve Hemşinliler yanyana yaşamaktadırlar. Son zamanlarda genel kentleşme ve büyük şehirlere göç nedeniyle Lazların sayısı azaldı. Köylerden inen Hemşinlilerin sayısı ise arttı. Bugün Kemalpaşa’nın nüfusunun % 50’den fazla Hemşinli, kalanı ise Lazdır. Az sayıda Gürcü, Kürt ve Türk de var. Hopa’ya bağlı Kemalpaşalılar ilçe olmak istiyorlar. Ama bu yöndeki çabalar bugüne kadar bir sonuç getirmemiştir.

Kemalpaşa’da siyası eğilim genelde sol. Bu yüzden yörenin bir başka adı da “Küçük Moskova.”

TURİZM-TARİHİ ESERLER

Yörenin olağanüstü güzelliğinden dolayı büyük turizm potansiyeli var. Kemalpaşa ve çevresinde birçok tarihi eser de bulunmaktadır. Bunlardan belki en önemlisi kilise kalıntıdır. M. Vanilişi ve A. Tandilava Makriali’de Zumbaiaların evi yakınlarında iyi korunmuş kubbeli, büyük bir kiliseden bahsetmektedirler. Çevresi surlarla çevrili bu kilisede yazılar ve resimler sökülmüş, dökülmüş. Yanıbaşındaki iki katlı bir çan kulesi duruyordu. Alt kat ahır olarak kullanılıyordu.

Deniz kenarındaki bu kiliseyi bundan yaklaşık 100 sene önce Z. Liozen de ziyaret edip incelemiş. Z. Liozen’e göre kilise surlarla çevreliyimiş ve yanında iki katlı kulesi de varmış. Araştırmacıya göre kilisenin yaklaşık 5 metrelik baş bina (ana yapı) Gotik tarz eserdir. Kilisenin hemen kuzeyinde diğer yapı da varmış. Surların kuzeydoğu köşesinde eski kulenin kalıntıları vs. mevcutmuş. Araştırmacının izlenimlerine göre insanlar bu kiliseden korkuyorlardı. Onların inancına göre bu kiliseye kargaya binen parlak gözlü şeytan gelirmiş. Z. Liozen bu batıl itikatın nedeni araştırmaya çalışmış ancak bir sonuca varamamıştı. Bir Limaniliye göre bunun nedeni ancak korkakların korkularıydı. Ancak bu sözler araştırmacı için pek de inandırıcı olmamıştı. Araştırmacı İ. Siharulidze’ye göre bu olayın nedeni Lazların atalarının ibadethanesine olan duygularının transformasyonundan kaynaklanmış olabilir. Kemalpaşa’da konuşulan bir rivayete göre Altın Post Efsanesine konu olan Medea’nın kızkardeşi bu kilisede gömülmüştür.

M. Vanilişi ve A. Tandilava şöyle yazmaktadırlar: “Noğedi Köyünde bulunan Laz Ortodoks Kilisesi ise Osmanlı saldırılarından nisbeten az zararla kurtulan binalardan biridir. Bugün bile bu yapının sadece kümbet kısmı çökük bulunmaktadır. İç duvarlarındaki azizlere ait renkli resimler, freskler bugün sağlam durmaktadır. 1931 yılında görüştüğümüz bu köy halkından 78 yaşındaki Mustafa Papaskir (Papaoğlu) bize şunları anlattı:

“Biz Lazlar önceleri Megrelmişiz, Hristiyanmışız. Ğormot (Allah) öyle buyurmuş, üzerimize Müslüman askerleri göndermiş. Bu askerler bizi gavurluktan (dinsizlikten) kurtarmış. Bu kiliseyi yıkmışlar, Kavakdibine cami yapmışlar. Bu hikayeyi babam kendi dedesinden dinlemiş. Babamın dedesi bu kilisede ibadet eden Hristiyan Lazmış önceleri. Torununa bunu böyle anlatmış. Bu kilisenin formu tamamen sağlam kalmıştır. Çok kalın ve sağlam duvarlarını yıkmaya gücü yetmemiş. Bir de bu kilisenin yıkılışı sırasında köyün ileri gelen beyi Zumbaia buna engel olmuş. Zumbaia’nın torunları bugün Noğedi’de yaşamaktadırlar.”

Hasan Ağa’nın 1874’te Dimitri Bakradze’ye anlattığına göre Noğedi’nin çevresi ve ormanlarında çeşitli kilise kalıntıları da varmış.

Kemalpaşa ve çevresinde (Örneğin Köprücü Köyünde) yapım tarihi bilinmeyen “Kii Hinci”, yani kemerli köprüler ve kalıntıları bulunmaktadır. Köprülerden bazı taşlar (Muhtemelen yazı taşları) sökülmüştür. Bu köprüler Rize, Artvin ve Gürcistan’daki köprülerle (Gürcistan’da bu tür köprülere “Tamara Köprüleri” derler.) benzerlik göstermektedir.

Bir bilgiye göre Köprücü Köyü Cefuka Dağı’nın eteklerinde eskiden kalan gemi barınağı (liman) bulunmaktadır. Orada eski halatlar (demir zincirler), ayrıca birçok materyal (liman olduğuna dair materyaller) hala Cefuka Dağı’nın eteklerinde mevcutmuş.

Kemalpaşa ve çevresinde bugüne kadar ciddi bir araştırma yapılmamıştır. Tarihi eserler, konuşulan dil, yer adları, gelenekler ve folklor araştırılırsa birçok zenginlik ortaya çıkabilir.